Almanya'da Bu Günlere Nasıl Geldik
Birkaç kuşak
sonra burada ki torunlarımız, kendi dedelerinin yaşamını, onların neden
buralara geldiklerini, nasıl bir kültür sürdürdüklerini merak ettiklerinde
kaynak arayacaklar, araştıracaklardır.
Onlara belge
bırakmak, bilgi bırakmak, babalarımızdan annelerimizden, yetişebildiysek
dedelerimizden, ebelerimizden, öğrendiklerimizi duyduklarımızı, olanaklarımız
ölçüsünde, yazabiliyorsak yazı ile, ses kayıtı ile, fotoğraf ile onlara kaynak bırakmak bence
doğru bir şey olur, daha ötesi, bilinen deyimle ''Tarihin elinden anı çalmak
olur''
Köyümle
ilgili, köylülerimle ilgili bulabildiğim bilgileri. < Köylerden bir Köy
Kamışlı/ Sungurlu> isimli kitabımda yazdım.
Kendi ailem
ile ilgili dedemden, ebemden, annemden babamdan, dayılarımdan duyduğum bir çok
şeyi kendi torunlarını ilgilendirir, düşüncesiyle, kendi aileme ilişkin
yazılarımda toplamıştım.
O yüzden bu
yazılarım, dedemin, ebemin, dayımın, annemin, babamın kardeşlerimin anıları,
yaşamlarında unutamadıkları şeylerdir.
Elbette bu
hatıralar beraberinde, gelenek, görenek, kültür hakkında bilgileri de içeriyor,
aynı zamanda, onların yaşam biçimleri zamanlarının kültürü hakkında da bilgi
aktarımı oluyor.
* * *
Almanya'ya
biz Türklerin gelmesini genellikle 1960 yılından başlatırlar, biraz önceki
yıllar dan gelenler var elbette.
Dr. Serol Teber
Kitabında: (Konuk Yayınları. 1.Baskı.
Temmuz 1980.)
1870
-1871'li yıllarda ilk büyük iş gücü istemi doruk noktaya çıktı . 2. dünya
savaşı sırasında da iş gücü istemi hissedildi.
1950'ler de
günümüz koşulları, hızlı kapitalist süreci ucuz iş gücü istendi.
İlk kez
İtalyan'lar sonra Polonyalı'lar göçmen olarak Almanya'ya getirildi.
İtalyanlar
yol yapımında, Polonyalı'lar tarlalarda tarımda çalıştırıldı.
1880
yıllarında ağır sanayii ve Maden işletmeleri Ruhr bölgesinde yoğunlaştı.
Polonyalı
işçiler zor şartlarda, yasal güvenceleri olmadan çalıştırlırlar.
Bu arada
Polonya'dan mevsimlik işçilerde getirilmeye başlanır.
20.yüz yılın
ilk 10 yılında 1.düya savaşı öncesi Almanya'da1 milyon 400 bin yabancı göçmen
olduğu bildirilmektedir.
Hitler
zamanında savaşın ilk yıllarında savaş esirleri de dahil 1 milyona yakın kadın
çocuk savaşa gidemeyen yaşlılar ucuz iş gücünde çalıştırıldılar.
Dr. Serol Teber. İşçi Göçü ve davranış
Bozuklukları. Konuk yayınları 1980. sayfa 71.
* * *
Alman
Parlemontosu Başkanı Norbert Lammert,.Almanya'ya Türk göçünün, 46. yılında 2007
yılında, şöyle diyordu;
Ekonomik
meydan okumalarla kendimiz baş edemediğimiz bir dönemde Türkleri bu ülkeye biz
davet ettik.
Diyor ve
ekliyor.
19. yy
ortasında 20.yy ilk çeyreğinde büyük bir göç yaşandı bu dönemlerde bölgeye 4
milyon insan geldi. Türk göçü ise 1960'lı yıllarda başladı. Uyum konusunda ise;
Öyle deprem ölçeği gibi bir uyum ölçeği yok.
Başta dil
gelmekte kendi akrabalarının dışında diğer insanlarla da irtibatta olmak,
derneklerle, yardım kuruluşlarında olmak gerek . diyor.
Almanya'da
ki Türklerin sayısı 02-03-2016 verilerine göre: 1,543,787 kişidir.
1973 yılında
resmi olarak Türkiye'den işçi gelmesi durduruldu.
Ama
gelmeleri engellenemedi.
Ailesini
Türkiye'de bırakıp gelenler yakın zaman da dönemeyeceğini anlayınca eşlerini
getirdi, evlilik yolu ile gelenler oldu, Türkiye'de ki 1980 darbesi sebebiyle
kaçıp sığınmaya gelenler
oldu günden
güne çoğaldık.
* * *
Bu günlere
hangi zorluklara katlanarak geldik?
Kadınlar hep
evde ve geride.
Döneceğiz
döneceğiz diye, hatta dönme hazırlığı yapa yapa, buradaki eşyalarımızı, araç
gereçlerimizi, kazanlarımızı, kaşıklarımızı, tabaklarımızı, çay bardaklarımızı,
Türkiye'ye yığa yığa, para biriktirebilmek için
Almanların
eskisini ya da attığı şeyleri alıp kullana kullana.
Günlerce
mektup bekleyerek, bir mektup Ankara'ya 5 günde gidiyordu, Gazete yok, Türkçe
televizyon yok, haftada yarım saat kadar
Türkçe yayın
vardı, ona da çoğunlukla rastlayamıyorduk.
Marketlerde
alacağımız şeyleri bulamayınca, tarif ederken, taklit yaparak. örneğin, yumurta
bulamayınca tavuk taklidi, bal bulamayınca arı taklidi, yaparak geldik bu güne.
Türkiye'den
gelen birinci kuşak ailelerin kadınları Türkiye koşulları dolayısı ile okuma
yazma bilmeyen kişilerdi. Köylere okullar 1960'lı yıllarda yaygınlaştı, daha
önceki yıllarda çok az köylerde okul var veya Eğitmen denilen kişiler köy
odalarında öğretiyor, ona da kız çocukları fazla gönderilmiyordu.
Bundan
dolayı Almanya'ya ilk gelen kadınlar çoğunluk sadece ev kadınları konumunda
kalıyorlardı. Buna yabancı ülke, yabancı toplum, başka kültür, başka gelenek ve
anlayışta etkendi.
1960'lı
yıllardan, 1980'li yıllara kadar, işçi olarak gelen kadınların dışında ev
kadınlarında çalışan pek görülmez, daha sonra çalışmaya yavaş yavaş başladılar.
Kadınlarımızı;
<Kadın çalışmaz, kadın kazancı haram> diye düşünerek çalıştırmadan,
yıllarca onları geldiğimiz köyün kıyafeti ile yaşattık.
O yıllarda
dil öğrenmek te zorluktu, daha ötesi, para kazanmak düşüncesinden dil öğrenmeye
öncelik te verilmedi.
Okul konusu
bilinmez çocuklara yardım edilemezdi.
Daha da
ileri gidip, çocuklarımızı ana okullarına ''Alman mı olacak, san ki'' diye,
yazdırmak istemedik, sonradan da, gönülsüz yazdırdık.
Kazandığımızdan
Türkiye'deki eşimize dostumuza kaptırarak, kardeşlerimize, kardeşlerimizin
çocuklarına harcayarak, yaptırdığımız ya da satın aldığımız evimizde, yakın
akrabamızı parasız oturttuk.
Ya da
yıllarca, burada hangi zorlukla para kazandığımızı bilmedikleri için, çok az
parayla hatır için oturdular.
Almancı
olduğumuz için çok paramız var sayıldı.
Ne
zorluklarla geldik bu güne.
Çok şeyler
değişti.
Türk
bakkalları, açıldı, çoğaldı, resmi dairelerde Türkler çalışmaya başladı, dil
konusunda bizlere yardımı olmaya başladı, Türk Doktorları oldu, dilini bildiğimiz için onlara gittik, en
önemlisi, çocuklarımız Alman okullarında okudu, Almanca bilenlerimiz oldu,
Alman makamlarından, ev bürolarından, iş yerlerinden, Polislikten, hasta lık,
emeklilik sigortamızdan, gelen belgeleri, gidip Türk danışa okutuyorduk, yada,
Almanca bilen bir tanıdık arıyorduk.
Şimdi,
yetecek kadar Almancamız oldu, Alman arkadaşlarımız oldu, çocuklarımızın
okuldan arkadaşlarının çoğu Alman olduğu için, gelip gidiyorlar.
Türkiye'ye
gitmek kolaylaştı, mektuplaşmak bitti, anında telefonla istediğimiz kişiyle
konuşuyoruz, anında telefonla fotoğraf gönderebiliyoruz, her gün türkçe gazete
alabiliyoruz, Türkçe televizyon kanalı istemediğin kadar.
Hemen
herkesin Türkiye'de oturabileceği evi oldu, çoğumuzun bir de yazlığı oldu,
dönmek için gün bekleyen plan yapanların pek çoğu buradan ev satın aldı,
dönecektim diyenler şimdi <Çocuklarım torunlarım burada nasıl döneyim>
diyorlar.
* * *
İlk gelen
kişilerin başka bir problemi de, kazançlarını bir süre, kardeşlerine,
yeğenlerine, hatta yakın akrabalarına yedirmek ya da kaptırmak oldu.
Her izine
gittiklerinde buradan götürdükleri eşyaları (Halı, tabak, bardak vb.) bir daha
ki gittiklerinde bulamadılar. Öteki kardeşler, bacılar alıp kullandılar, ya da,
anneler, babalar, gene getirirler diye ihtiyacı olan öteki çocuklara verdiler.
Türkiye'de
ki kardeşler çocuklarına nişan yapmak için düğün yapmak için Avrupa'da ki
çalışan kardeşlerini beklediler, masrafları karşılaması giderleri ödemesi için.
* * *
İlk gelenler
gerçekten çok zorluklarla yaşamlarını sürdürdüler, bilmedikleri dil,
bilmedikleri din, bilmedikleri kültür, bilmedikleri gelenek ile karşı karşıya
idiler.
Ailesi ile
gelenler de, bekar gelenlerde, yaşama sıfırdan başlıyorlardı.
Alışageldikleri
geleneklerini, kültürlerini sürdürmek, özellikle dini inançlarının gereklerini
yapmak zorunluluktu.
Örneklemek
gerekirse:
Mektuplaşmanın önemi
Mektup türkiye’ye
bir haftada gidiyordu, bir haftada geliyordu,
* * *
Kassel Şehrinden
Kasım amca. Annemin amcasının oğlu. Yıl 1979
Trene biniyorlar Dortmund’a bize misafirliğe geliyorlar. Trene binince
bakıyorlar ki adres yanlarında yok. Devam edip geliyorlar. Kasım amca eşi Eşe
çocukları; Habip,İsmigüzel,Yakup, Musa, Kızı Zehra 7 kişi, Dortmund da trenden
inip bir türk kahvesi soruyorlar, kahveye varıp Çorumlu Arap diye soruyorlar,
bir kişi < Ben Çorumlu Garip diye birini tanıyorum, Arap tanımıyoruz> diyor.
O adam Kasım
amcaları Garip ağbiyinin evine götürüyor
Garip ağbiyi de bize getiriyor.
* * *
Köln
şehrine Ford araba fabrikasına ilk
gelenler, kaldıkları (Heim) yatacak yerlerinde, yemekhanenin bir köşesini
kendilerince namaz kılma köşesi yaparlar.
Kimseye söylemeden,
haber vermeden namazlarını kılarlar.
Bir müddet
sonra, kendilerince vakti denk gelenlerin, cuma namazı kılmasına karar
verirler.
İlk Cuma
namazını kılacaklar.
Bilen
birisi: ''Ben kapının dışına çıkıp ezan okuyayım'' der.
Çıkar dışarı
avaz avaz ezan okumaya başlar.
Heim şefi
sesi duyar koşa koşa gelir. ''Ne var, ne oluyor, ne oldu'' diyor ama adam ezan
okumaya devam eder zaten ne dediğini de anlamıyor.
Heim Şefi
bir şamar atar ''Bu adam delirmiş'' diyerek. Adam sendeler düşecek gibi olur
ama gene de ezan okumaya devam eder.
Görenler
gelir . Tercüman getirirler. Anlatırlar, durumu.
Heim Şefi
anlayışla karşılar, belli bir yer verir Türklere Cuma namazı kılmalarına olanak tanınır.
Türkler Türk
geleneğini, kültürünü bırakamıyorlardı.
* * *
Öte yandan
Kendi kültürlerinden, kendi inançlarından olmayan bir toplum içindeydiler,
onlara bakışları da farklıydı.
* * *
Soes
Şehrinde 1970 yılında ilk gelen Türkler Heim denilen yerlerde kalırlar.
Bir
kişi hastalanır, yatak hanede yatarken,
temizlikçi kadın gelir, temizlik yapar.
Hasta Türk,
ona çay verir, bisküvi ikram filan eder.
Öteki odada
bazı Türkler oturmaktadır.
Biraz sonra
Kadının bağırtısı duyulur. Odada ki Türkler varıp .''Ne oluyor, ne oldu''
diyerek sorarlar..
Türk: ''Elma
verdim aldı yedi, çay verdim aldı içti, sandalye uzattım geldi oturdu,
dokunmadan bağırıyor'' der. Anlatan: BY.
Türk devleti
gönderdiklerine ''Gidin Avrupa'ya uygarlık görün, medeniyet görün'' demiş
midir?
***
İlk zamanlar
gençlerimizi Türkiye'den evlendiriyorduk, çoğunlukla akrabalarımızdan,
yakınlarımızdan oluyordu.
Oğullarımız
kızlarımız, Almanlarla evlendi, dahası, İtalyan, İngiliz, Koreli, Çinli ile
evlenenler oldu.
Çocuklarımız
annenin babanın verdiği terbiye ile, Alman arkadaşlarından, televizyondan,
gördükleri arasında ikilemde kalıyorlar.
Biz ne
olduk? döneceğiz diyenler, döneceğiz diye Türkiye'ye eşya yığanlar, Markette
bulamadığını taklit ederek soranlar, kardeşlerine pek çok para yardımı ederek
burada borç ödemek için gece gündüz çalışanlar, iş yerlerinde Almanların
kızmasına, katlanarak dayanan direnenler, çoğumuz hayallerimizi
gerçekleştiremeden tabutlarla doğduğumuz yere gittik.
Yaşlandık,
ağrılarımız, acılarımız başladı, haplarla, ilaçlarla yaşamaya başladık,
dönemedik, dönsek geldiğimiz yeri kişileri bıraktığımız zaman ki gibi
bulamıyoruz.
Eskilerin
deyimi ile ne yardan geçebiliyoruz, ne serden.
Ne tam
buralı olabiliyoruz, ne tam oralı.
Ne
yapmalıyız sorusunun cevabını bilemiyorum, herkes kendisi bulabilmeli.
Ben,
sağlığımızı korumalı, sağlığımıza dikkat etmeli, toplum içinde, sosyal yaşamın
içinde olmalı, her canlıyı olduğu gibi kabul etmeli, insanları, ırk, din, dil
milliyet ayırmadan sevmeli, olanaklarımız ölçüsünde mutlu olabilmeliyiz, diye
düşünüyorum.
Erzincan'lı
çok sevdiğim bir Musa amca vardı, iş arkadaşım, bir Alman arkadaşı gelmiş
oturmuşlar, çay içmişler filan, aradan bir zaman geçince Alman arkadaşı da Musa
amcayı çağırıyor, ''Gel oturalım'' diye.
Musa amca bana anlattı; ''Girdim evine genç oğlu oturmuş koltuğa ayaklarını
uzatmış masanın üstüne, ben ''Merhaba'' dedim oturdum, genç oğlan merhaba dedi
ama, ayakları gene masanın üzerinde. Ben oturduğum yerden kalktım, ben
gidiyorum, dedim, Alman şaşırdı, ''Neden, ne oldu,'' filan, dedi. Ben ''Siz
bizim eve gelince, benim çocuklarım sizin yanınızda böylemi oturuyordu'' dedim.
Adam oğluna
söyledi, düzgün otur filan dedi, oğlan toparlandı, az sonra da, dışarı çıktı
gitti.
Bu tür
şeyler bize ters geliyor, abes geliyor.
Bizlerde
çocuklar, gençler, kendilerinden büyüklere devamlı, amca, dayı, teyze, gibi,
saygı ifade eden söz ile hitap ederler, ismini bilseler de, öyle hitap ederler,
bizde böyle.
Şimdi
yetecek kadar Almancamız oldu, Alman arkadaşlarımız oldu, çocuklarımızın
okuldan arkadaşlarının çoğu Alman olduğu için, gelip gidiyorlar, Türkiye'ye
gitmek kolaylaştı, Mektuplaşmak bitti, anında telefonla istediğimiz kişiyle
konuşuyoruz, anında telefonla fotoğraf gönderebiliyoruz, Her gün Türkçe gazete
alabiliyoruz, Türkçe televizyon kanalı istemediğimiz kadar, 24 saat var. Hemen
herkesin Türkiye'de oturabileceği evi oldu, çoğumuzun bir de yazlığı oldu,
dönmek için gün bekleyen plan yapanların pek çoğu buradan ev satın aldı,
dönecektim diyenler şimdi çocuklarım torunlarım burada nasıl döneyim diyor,
* * *
Evlilik
Almanya’ya
gelmek için evlilik yapanlar oldu. Önce yakın akrabalardan, dayı, hala, amca,
teyze çocukları, evlenerek geldi, evlilikleri devam eden oldu edemeyen oldu,
ayrılsa da kalabilmenin yolları vardı, oturma müsadesi alınmıştır, vb. Sonra
Almanya'ya gelmek için köylülerini, tanıdıklarını araya koyarak gelenler oldu.
1980 yılı hemen öncesi ve hemen sonrası Türkiye'nin siyasal karışıklık
durumundan kaçarak gelip sığınmaya girenler oldu.
Bunlar
Türkiye'de yaşamlarının tehlikede olduğunu söyleyerek Alman devletine
sığınıyorlardı, kimisi Kürt olduğunu, kimisi solcu olduğu için, kimisi sağcı
olduğu için arandığını söylüyordu.
Gerçekten
olaylara karışanlar gazetelerden arandığını ispatlayarak kalanlar oluyordu.
Bunun
yanında sığınma dilekçesi verip mahkeme sonuna kadar sosyal yardım alarak yaşayan
oldu, kalamayanlarda oluyordu, onlar da geri ülkelerine döndü..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder