25 Nisan 2018 Çarşamba

Almanya'da Bu Günlere Nasıl Geldik


Almanya'da Bu Günlere Nasıl Geldik

Birkaç kuşak sonra burada ki torunlarımız, kendi dedelerinin yaşamını, onların neden buralara geldiklerini, nasıl bir kültür sürdürdüklerini merak ettiklerinde kaynak arayacaklar, araştıracaklardır.
Onlara belge bırakmak, bilgi bırakmak, babalarımızdan annelerimizden, yetişebildiysek dedelerimizden, ebelerimizden, öğrendiklerimizi duyduklarımızı, olanaklarımız ölçüsünde, yazabiliyorsak yazı ile, ses kayıtı ile,  fotoğraf ile onlara kaynak bırakmak bence doğru bir şey olur, daha ötesi, bilinen deyimle ''Tarihin elinden anı çalmak olur''
Köyümle ilgili, köylülerimle ilgili bulabildiğim bilgileri. < Köylerden bir Köy Kamışlı/ Sungurlu> isimli kitabımda yazdım.
Kendi ailem ile ilgili dedemden, ebemden, annemden babamdan, dayılarımdan duyduğum bir çok şeyi kendi torunlarını ilgilendirir, düşüncesiyle, kendi aileme ilişkin yazılarımda toplamıştım.
O yüzden bu yazılarım, dedemin, ebemin, dayımın, annemin, babamın kardeşlerimin anıları, yaşamlarında unutamadıkları şeylerdir.
Elbette bu hatıralar beraberinde, gelenek, görenek, kültür hakkında bilgileri de içeriyor, aynı zamanda, onların yaşam biçimleri zamanlarının kültürü hakkında da bilgi aktarımı oluyor.
* * *

Almanya'ya biz Türklerin gelmesini genellikle 1960 yılından başlatırlar, biraz önceki yıllar dan gelenler var elbette.
Dr. Serol Teber
Kitabında: (Konuk Yayınları. 1.Baskı. Temmuz 1980.)
1870 -1871'li yıllarda ilk büyük iş gücü istemi doruk noktaya çıktı . 2. dünya savaşı sırasında da iş gücü istemi hissedildi.
1950'ler de günümüz koşulları, hızlı kapitalist süreci ucuz iş gücü istendi.
İlk kez İtalyan'lar sonra Polonyalı'lar göçmen olarak Almanya'ya getirildi.
İtalyanlar yol yapımında,  Polonyalı'lar  tarlalarda tarımda çalıştırıldı.
1880 yıllarında ağır sanayii ve Maden işletmeleri Ruhr bölgesinde yoğunlaştı.
Polonyalı işçiler zor şartlarda, yasal güvenceleri olmadan çalıştırlırlar.
Bu arada Polonya'dan mevsimlik işçilerde getirilmeye başlanır.
20.yüz yılın ilk 10 yılında 1.düya savaşı öncesi Almanya'da1 milyon 400 bin yabancı göçmen olduğu bildirilmektedir.
Hitler zamanında savaşın ilk yıllarında savaş esirleri de dahil 1 milyona yakın kadın çocuk savaşa gidemeyen yaşlılar ucuz iş gücünde çalıştırıldılar.
Dr. Serol Teber. İşçi Göçü ve davranış Bozuklukları. Konuk yayınları 1980. sayfa 71.
* * *
Alman Parlemontosu Başkanı Norbert Lammert,.Almanya'ya Türk göçünün, 46. yılında 2007 yılında, şöyle diyordu;
Ekonomik meydan okumalarla kendimiz baş edemediğimiz bir dönemde Türkleri bu ülkeye biz davet ettik.
Diyor ve ekliyor.
19. yy ortasında 20.yy ilk çeyreğinde büyük bir göç yaşandı bu dönemlerde bölgeye 4 milyon insan geldi. Türk göçü ise 1960'lı yıllarda başladı. Uyum konusunda ise; Öyle deprem ölçeği gibi bir uyum ölçeği yok.
Başta dil gelmekte kendi akrabalarının dışında diğer insanlarla da irtibatta olmak, derneklerle, yardım kuruluşlarında olmak gerek . diyor.
Almanya'da ki Türklerin sayısı 02-03-2016 verilerine göre: 1,543,787 kişidir.
1973 yılında resmi olarak Türkiye'den işçi gelmesi durduruldu.
Ama gelmeleri engellenemedi.
Ailesini Türkiye'de bırakıp gelenler yakın zaman da dönemeyeceğini anlayınca eşlerini getirdi, evlilik yolu ile gelenler oldu, Türkiye'de ki 1980 darbesi sebebiyle kaçıp sığınmaya gelenler
oldu günden güne çoğaldık.
* * *
Bu günlere hangi zorluklara katlanarak geldik?
Kadınlar hep evde ve geride.
Döneceğiz döneceğiz diye, hatta dönme hazırlığı yapa yapa, buradaki eşyalarımızı, araç gereçlerimizi, kazanlarımızı, kaşıklarımızı, tabaklarımızı, çay bardaklarımızı, Türkiye'ye yığa yığa, para biriktirebilmek için
Almanların eskisini ya da attığı şeyleri alıp kullana kullana.
Günlerce mektup bekleyerek, bir mektup Ankara'ya 5 günde gidiyordu, Gazete yok, Türkçe televizyon yok, haftada yarım saat kadar
Türkçe yayın vardı, ona da çoğunlukla rastlayamıyorduk.
Marketlerde alacağımız şeyleri bulamayınca, tarif ederken, taklit yaparak. örneğin, yumurta bulamayınca tavuk taklidi, bal bulamayınca arı taklidi, yaparak geldik bu güne.
Türkiye'den gelen birinci kuşak ailelerin kadınları Türkiye koşulları dolayısı ile okuma yazma bilmeyen kişilerdi. Köylere okullar 1960'lı yıllarda yaygınlaştı, daha önceki yıllarda çok az köylerde okul var veya Eğitmen denilen kişiler köy odalarında öğretiyor, ona da kız çocukları fazla gönderilmiyordu.
Bundan dolayı Almanya'ya ilk gelen kadınlar çoğunluk sadece ev kadınları konumunda kalıyorlardı. Buna yabancı ülke, yabancı toplum, başka kültür, başka gelenek ve anlayışta etkendi.
1960'lı yıllardan, 1980'li yıllara kadar, işçi olarak gelen kadınların dışında ev kadınlarında çalışan pek görülmez, daha sonra çalışmaya yavaş yavaş başladılar.
Kadınlarımızı; <Kadın çalışmaz, kadın kazancı haram> diye düşünerek çalıştırmadan, yıllarca onları geldiğimiz köyün kıyafeti ile yaşattık.
O yıllarda dil öğrenmek te zorluktu, daha ötesi, para kazanmak düşüncesinden dil öğrenmeye öncelik te verilmedi.
Okul konusu bilinmez çocuklara yardım edilemezdi.
Daha da ileri gidip, çocuklarımızı ana okullarına ''Alman mı olacak, san ki'' diye, yazdırmak istemedik, sonradan da, gönülsüz yazdırdık.
Kazandığımızdan Türkiye'deki eşimize dostumuza kaptırarak, kardeşlerimize, kardeşlerimizin çocuklarına harcayarak, yaptırdığımız ya da satın aldığımız evimizde, yakın akrabamızı parasız oturttuk. 
Ya da yıllarca, burada hangi zorlukla para kazandığımızı bilmedikleri için, çok az parayla hatır için oturdular.
Almancı olduğumuz için çok paramız var sayıldı.
Ne zorluklarla geldik bu güne.
Çok şeyler değişti.
Türk bakkalları, açıldı, çoğaldı, resmi dairelerde Türkler çalışmaya başladı, dil konusunda bizlere yardımı olmaya başladı, Türk Doktorları oldu,  dilini bildiğimiz için onlara gittik, en önemlisi, çocuklarımız Alman okullarında okudu, Almanca bilenlerimiz oldu, Alman makamlarından, ev bürolarından, iş yerlerinden, Polislikten, hasta lık, emeklilik sigortamızdan, gelen belgeleri, gidip Türk danışa okutuyorduk, yada, Almanca bilen bir tanıdık arıyorduk.
Şimdi, yetecek kadar Almancamız oldu, Alman arkadaşlarımız oldu, çocuklarımızın okuldan arkadaşlarının çoğu Alman olduğu için, gelip gidiyorlar.
Türkiye'ye gitmek kolaylaştı, mektuplaşmak bitti, anında telefonla istediğimiz kişiyle konuşuyoruz, anında telefonla fotoğraf gönderebiliyoruz, her gün türkçe gazete alabiliyoruz, Türkçe televizyon kanalı istemediğin kadar.
Hemen herkesin Türkiye'de oturabileceği evi oldu, çoğumuzun bir de yazlığı oldu, dönmek için gün bekleyen plan yapanların pek çoğu buradan ev satın aldı, dönecektim diyenler şimdi <Çocuklarım torunlarım burada nasıl döneyim> diyorlar.
* * *
İlk gelen kişilerin başka bir problemi de, kazançlarını bir süre, kardeşlerine, yeğenlerine, hatta yakın akrabalarına yedirmek ya da kaptırmak oldu.
Her izine gittiklerinde buradan götürdükleri eşyaları (Halı, tabak, bardak vb.) bir daha ki gittiklerinde bulamadılar. Öteki kardeşler, bacılar alıp kullandılar, ya da, anneler, babalar, gene getirirler diye ihtiyacı olan öteki çocuklara verdiler.
Türkiye'de ki kardeşler çocuklarına nişan yapmak için düğün yapmak için Avrupa'da ki çalışan kardeşlerini beklediler, masrafları karşılaması giderleri ödemesi için.
* * *
İlk gelenler gerçekten çok zorluklarla yaşamlarını sürdürdüler, bilmedikleri dil, bilmedikleri din, bilmedikleri kültür, bilmedikleri gelenek ile karşı karşıya idiler.
Ailesi ile gelenler de, bekar gelenlerde, yaşama sıfırdan başlıyorlardı.
Alışageldikleri geleneklerini, kültürlerini sürdürmek, özellikle dini inançlarının gereklerini yapmak zorunluluktu.
Örneklemek gerekirse:
Mektuplaşmanın önemi
Mektup türkiye’ye bir haftada gidiyordu, bir haftada geliyordu,
* * *

Kassel Şehrinden Kasım amca. Annemin amcasının oğlu. Yıl 1979  Trene biniyorlar Dortmund’a bize misafirliğe geliyorlar. Trene binince bakıyorlar ki adres yanlarında yok. Devam edip geliyorlar. Kasım amca eşi Eşe çocukları; Habip,İsmigüzel,Yakup, Musa, Kızı Zehra 7 kişi, Dortmund da trenden inip bir türk kahvesi soruyorlar, kahveye varıp Çorumlu Arap diye soruyorlar, bir kişi < Ben Çorumlu Garip diye birini tanıyorum, Arap tanımıyoruz> diyor.
O adam Kasım amcaları  Garip ağbiyinin evine götürüyor Garip ağbiyi de bize getiriyor.
* * *
Köln şehrine  Ford araba fabrikasına ilk gelenler, kaldıkları (Heim) yatacak yerlerinde, yemekhanenin bir köşesini kendilerince namaz kılma köşesi yaparlar.
Kimseye söylemeden, haber vermeden namazlarını kılarlar.
Bir müddet sonra, kendilerince vakti denk gelenlerin, cuma namazı kılmasına karar verirler.
İlk Cuma namazını kılacaklar.
Bilen birisi: ''Ben kapının dışına çıkıp ezan okuyayım'' der.
Çıkar dışarı avaz avaz ezan okumaya başlar.
Heim şefi sesi duyar koşa koşa gelir. ''Ne var, ne oluyor, ne oldu'' diyor ama adam ezan okumaya devam eder zaten ne dediğini de anlamıyor.
Heim Şefi bir şamar atar ''Bu adam delirmiş'' diyerek. Adam sendeler düşecek gibi olur ama gene de ezan okumaya devam eder.
Görenler gelir . Tercüman getirirler. Anlatırlar, durumu.
Heim Şefi anlayışla karşılar, belli bir yer verir Türklere  Cuma namazı kılmalarına olanak tanınır.
Türkler Türk geleneğini, kültürünü bırakamıyorlardı.
* * *
Öte yandan Kendi kültürlerinden, kendi inançlarından olmayan bir toplum içindeydiler, onlara bakışları da farklıydı.
* * *

Soes Şehrinde 1970 yılında ilk gelen Türkler Heim denilen yerlerde kalırlar.
Bir kişi  hastalanır, yatak hanede yatarken, temizlikçi kadın gelir, temizlik yapar.
Hasta Türk, ona çay verir, bisküvi ikram filan eder.
Öteki odada bazı Türkler oturmaktadır.
Biraz sonra Kadının bağırtısı duyulur. Odada ki Türkler varıp .''Ne oluyor, ne oldu'' diyerek sorarlar..
Türk: ''Elma verdim aldı yedi, çay verdim aldı içti, sandalye uzattım geldi oturdu, dokunmadan bağırıyor'' der. Anlatan: BY.
Türk devleti gönderdiklerine ''Gidin Avrupa'ya uygarlık görün, medeniyet görün'' demiş midir?
***
İlk zamanlar gençlerimizi Türkiye'den evlendiriyorduk, çoğunlukla akrabalarımızdan, yakınlarımızdan oluyordu.
Oğullarımız kızlarımız, Almanlarla evlendi, dahası, İtalyan, İngiliz, Koreli, Çinli ile evlenenler oldu.

Çocuklarımız annenin babanın verdiği terbiye ile, Alman arkadaşlarından, televizyondan, gördükleri arasında ikilemde kalıyorlar.
Biz ne olduk? döneceğiz diyenler, döneceğiz diye Türkiye'ye eşya yığanlar, Markette bulamadığını taklit ederek soranlar, kardeşlerine pek çok para yardımı ederek burada borç ödemek için gece gündüz çalışanlar, iş yerlerinde Almanların kızmasına, katlanarak dayanan direnenler, çoğumuz hayallerimizi gerçekleştiremeden tabutlarla doğduğumuz yere gittik.
Yaşlandık, ağrılarımız, acılarımız başladı, haplarla, ilaçlarla yaşamaya başladık, dönemedik, dönsek geldiğimiz yeri kişileri bıraktığımız zaman ki gibi bulamıyoruz.
Eskilerin deyimi ile ne yardan geçebiliyoruz, ne serden.
Ne tam buralı olabiliyoruz, ne tam oralı.
Ne yapmalıyız sorusunun cevabını bilemiyorum, herkes kendisi bulabilmeli.
Ben, sağlığımızı korumalı, sağlığımıza dikkat etmeli, toplum içinde, sosyal yaşamın içinde olmalı, her canlıyı olduğu gibi kabul etmeli, insanları, ırk, din, dil milliyet ayırmadan sevmeli, olanaklarımız ölçüsünde mutlu olabilmeliyiz, diye düşünüyorum.
Erzincan'lı çok sevdiğim bir Musa amca vardı, iş arkadaşım, bir Alman arkadaşı gelmiş oturmuşlar, çay içmişler filan, aradan bir zaman geçince Alman arkadaşı da Musa amcayı çağırıyor,  ''Gel oturalım'' diye. Musa amca bana anlattı; ''Girdim evine genç oğlu oturmuş koltuğa ayaklarını uzatmış masanın üstüne, ben ''Merhaba'' dedim oturdum, genç oğlan merhaba dedi ama, ayakları gene masanın üzerinde. Ben oturduğum yerden kalktım, ben gidiyorum, dedim, Alman şaşırdı, ''Neden, ne oldu,'' filan, dedi. Ben ''Siz bizim eve gelince, benim çocuklarım sizin yanınızda böylemi oturuyordu'' dedim.
Adam oğluna söyledi, düzgün otur filan dedi, oğlan toparlandı, az sonra da, dışarı çıktı gitti.
Bu tür şeyler bize ters geliyor, abes geliyor.
Bizlerde çocuklar, gençler, kendilerinden büyüklere devamlı, amca, dayı, teyze, gibi, saygı ifade eden söz ile hitap ederler, ismini bilseler de, öyle hitap ederler, bizde böyle.

Şimdi yetecek kadar Almancamız oldu, Alman arkadaşlarımız oldu, çocuklarımızın okuldan arkadaşlarının çoğu Alman olduğu için, gelip gidiyorlar, Türkiye'ye gitmek kolaylaştı, Mektuplaşmak bitti, anında telefonla istediğimiz kişiyle konuşuyoruz, anında telefonla fotoğraf gönderebiliyoruz, Her gün Türkçe gazete alabiliyoruz, Türkçe televizyon kanalı istemediğimiz kadar, 24 saat var. Hemen herkesin Türkiye'de oturabileceği evi oldu, çoğumuzun bir de yazlığı oldu, dönmek için gün bekleyen plan yapanların pek çoğu buradan ev satın aldı, dönecektim diyenler şimdi çocuklarım torunlarım burada nasıl döneyim diyor,
* * *
Evlilik
Almanya’ya gelmek için evlilik yapanlar oldu. Önce yakın akrabalardan, dayı, hala, amca, teyze çocukları, evlenerek geldi, evlilikleri devam eden oldu edemeyen oldu, ayrılsa da kalabilmenin yolları vardı, oturma müsadesi alınmıştır, vb. Sonra Almanya'ya gelmek için köylülerini, tanıdıklarını araya koyarak gelenler oldu. 1980 yılı hemen öncesi ve hemen sonrası Türkiye'nin siyasal karışıklık durumundan kaçarak gelip sığınmaya girenler oldu.
Bunlar Türkiye'de yaşamlarının tehlikede olduğunu söyleyerek Alman devletine sığınıyorlardı, kimisi Kürt olduğunu, kimisi solcu olduğu için, kimisi sağcı olduğu için arandığını söylüyordu.
Gerçekten olaylara karışanlar gazetelerden arandığını ispatlayarak kalanlar oluyordu.
Bunun yanında sığınma dilekçesi verip mahkeme sonuna kadar sosyal yardım alarak yaşayan oldu, kalamayanlarda oluyordu, onlar da geri ülkelerine döndü..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder