Aşık Yarebülbül
Yarebülbül- Aşık Bektaş- Kemallı Hasan Hüseyin Pehlivanın
oğlu.
Ben -Yarebülbül Yaşamı Ve Şiirleri -kitabını yazarken bazı
konuları yazdım. Oraya yazma gereği duymadıklarımı, sadece kendi yakınlarını
ilgilendiren bendeki bilgileri buraya Gelecekteki torunlarına bilgi olarak
burada aktarmaya çalışacağım.
Babası Hasan Hüseyin Pehlivan. Sungurlu'ya çok yakın bir
köy Kemallı Köyünden Hicri:1310
doğumlu Miladi:1893 yılına denk geliyor.
(Kemallı köyü
Alevi sünnü karışık bir köy)
Babası Koca
Bektaş. Alevi geleneğinde Baba denilen konumda imiş. Köyün Babası imiş.
Hasan Hüseyin’in
anadan bir babadan ayrı iki kardeşi var. Hamdullah ve Deli Haydar.
Onlar fakir odun
yada Çalgı satarak geçinmeye çalışırlarmış.
Ayşe adındaki kadın, başka
kocadan sonra Koca Bektaş’a gelmiş. Ölmüş mü yoksa boşanmış mı bilmiyorum.
Öteki Fadime
Çingenelerin kaçırdığı.
Annesi Ayşe
Alembey köyünden Halil kahya derlermiş onlardanmış.
Öldüğünde Huri
Melek doğmuş onları elinden tutup gezdirirmiş.
Bektaş Ağabeylere
önceleri ''Kocalar'' derlermiş. Bektaş ağbiyinin dedesinin adı da Bektaş,
herkes ''Kocanın Bektaş'' diye bilinirmiş.
Bektaş ağbiyinin
iki amcası varmış Hasan Hüseyin pehlivan'ın büyükleri, askere gider gelemezler
Şehitlik haberleri gelir.. Savaş seferberlik denilen zaman.
Hasan Hüseyin'in
de askerlik vakti geldiğinde, Hasan Hüseyin şubeye varır elbise ve silahı alır,
ama askere gitmez, dağa çıkar. Eşkiyalık yapmaya başlar.
16 yaşından
itibaren o zaman ki gelenekte düğünlerde
güreş önemlidir. Pehlivanlıkta ünlü oluşu Eşkiyalıkta başarı getirir.
Hasan Hüseyin’in
İki bacısı var Sultan ve Fadime.
Sultan’ı Köçeğin kömü köyüne verirler, kocasından ayrılır gelir. Hasan Hüseyin, Sultan'ı, Alembeyli mi? Gene adı Hasan Hüseyin olan bir adam var bela bir adam Üç dört karısı var . ceza olarak ona verir. Kuma üstüne.
Öteki bacısını ise. Çocuk yaşta 10 yada 11 yaşlarında, Irgatlık tarlasına azık(öğlen yemeği) götürür iken, yoldan Çingeneler kaçırır başka köyde satarlar .
Pehlivan her gittiği yerde anlatırmış bir köyde tarif edince köylüler onu burada bizim köyde öyle biri var derler birazdan düğüne gelecek uzaktan bak omu? derler biraz sonra bir gurup kadınla gelir köylüler: ''Pehlivan o kız bu gurubun içinde bak bakalım tanıyacak mısın'' derler pehlivan tanır, gösterir, gerçekten de gösterdiği gelin odur. Çingeneler o köyde satmış oda orada büyümüş, orada evlenmiştir.
Bektaş Ağabeyi
devamında babasının nasıl davrandığını, ne yaptığını bilmiyor, bir bilgisi yok
sanıyorum O kadının kurulu düzenini bozmamak adına sessiz kalmış. Gitse, konuşsa,
getirse, sonraki yıllarda görüşmeler olsa Bektaş Ağabeyin bilgisi olurdu.
Yarebülbül’ü
büyüten Analığı Melek, Yarebülbül’e kendi yiğenini alır ama ondan çocuğu da
olmadan ayrılır. Aklı yetinceye kadar öz annesini bilmiyor.
Bir gün tarlada
öz anasını çalışırken görürler, Yarebülbül'ü öz annesinin yanında bırakırlar.
Yarebülbül. ''Siz bu topal kadına bana annen diyorsunuz'' diye kızmış. Tabi
sonra öğrenmiş ki o öz annesiymiş.
Yarebülbül'ün daha önce, Melek analığından bir oğlan olur adı Bektaş’tır, küçük yaşta ateşten eteği tutuşur yanarak ölür. Hatta Babasına: ''Annemin suçu yok ona kızma'' demiş. Sonraki yıllarda Bektaş yani Yarebülbül olur.
Yarebülbül İki
buçuk yıl askerlik yapmış ve Ekim 1958 yılında askerden gelmiş.
***-
Kemallı köyü Alevi Sünni karışık köy. 1969 yılı filan. Kemal adında bir alevi, Sünni olan köyün Muhtarı Halliş'i vurur öldürür.. Olaylar büyümeye başlayınca, Aleviler Birer ikişer Sungurlu'ya gelip yerleştiler.
Sungurlu'ya yerleşen Yarebülbül, zaten tanıştığı yöre Aşıkları: Şekip Şahadoğru, Hüseyin Çırakman, gibi kişilerin aracılığı ile Türkiye tarihinde önemli siyasi yeri olan İşçi Partisi içinde bulur kendisini.
Okuma, şiir yazma, alışkanlığının olması aydın kişiler ile tanışması bilgisini artırması o döneme rastlar.
Cem yapan dedelerin,
yetersiz bilgilerini o zaman fark ederler, Alevi kitaplarındaki bilgi ile Cem
yapan dedelerin anlattıkları çelişkileri o zaman anlarlar.
Bana anlattıklarına
göre. Bazı arkadaşlar ile kendi aralarında konuyu konuşup tartışırlar.
Mihmandılı Arif Ağa (Türbesi olan) dedenin oğlu Haydar'a gidip konuşurlar, ona
önerilerde bulunarak, ''Sen posta otur, bilinçli bir şekilde cem yapalım''
derler. Haydar ise kendisinden yaşça büyük amcazade (Yakın akraba) lerinin
olduğunu yapamayacağını bunlara söyler.
Bunlar gene de
yapılan cemlerin, cem yapan Dedelerin yetersiz olduğunu her yerde söylemekte
geri durmazlar. Elbette önerileri, gerekçeleri de vardır.
Bu durum zamanla
halk arasında, bunların inançsız olduğu, bunların Allah'a inanmadığı biçiminde
yayılır.
Ben 1978 yılında ya da o yıllarda izine gittiğimde, Bektaş Ağabeyimle samimi olduğumu, onun yanına sık sık gidip geldiğimi, onunla beraber saz çaldığım, köydeki ailemin kulağına gitmişti
Bana hem Hamza
dedem, hem Mehmet dayım, hem annem, hem Gürcü halam, Bektaş'tan uzak durmamı
öğütlediler, onun inançsız olduğunu, onun Allah'a, Dedeye, ceme cemaata
inanmadığını söylediler, Mehmet dayım dikkatli olmamı söyledi.
..***-
Geri Gelelim Köprüye
Köprü bir yerden bir yere, ya da ırmağın bir yanından bir
yanına geçmek için, taştan, tahtadan,
demirden vb yapılan yol. geçme yeri, geçiş aracı, geçilen yer. İki yer arasında
olan bağlantı.
Bektaş ağbeyi tamda iki yer arasındaki kişiydi benim için
yetişkin olduğu zamanlar 1950'li yıllardan 2000'li yıllar arasındaki kültürü
bana aktaran bir canlı köprü idi.
Babasının baş pehlivanlık, ve yörenin ileri gelen
kişilerden oluşu nedeniyle, çok küçük yaşlarda cem zakirliğine başlaması
nedeniyle, Alevi Bektaşi ileri gelenleriyle iç içe olması onda birikim
oluşturmuştu.
Evleri kendi deyimiyle yukarı memleketten gelen dedelerin
uğrak yeriydi. Bağlama çalmaya başladığı yıllarda köylerinde başka bağlama
çalan da yoktu, her muhabbet toplantılarına çağrılıyor bağlama çalıp türküler,
deyişler çalıp söylemesi isteniyordu, bu da zevkle gidip o sohbetlerde
bulunuyordu.
Bulunduğu bu sohbet toplantılarında daha çok kendinden
yaşlı kişilerin olduğu için, gelenek, töre ve kültürümüz konusunda birikimleri
oluyordu.
Dedelerin köylülerinin muhabbet, sohbet, cem gibi
toplantılarında elinde bağlaması ile ön safta olması, kendisini geliştirmesi,
daha çok deyiş düvaz öğrenmesine geleneği daha sağlam öğrenmesine vesile
oluyordu.
Bir defasında bana anlattığı hikayesi hiç aklımdan
çıkmamıştır.
Misafir odaları köylüleri ile doludur, yetişkin insanlar o
kadar doludurlar ki, bağlama öğrendiği kişi Haydar Ali Karayünlü ile bunu yatakların
yığılı olduğu yükünün üstüne çıkıp oturmalarını söylerler, öylede olur.
Dede; Musa Peygamberin Tur dağındaki hikayesini anlatırken. Haydar Ali Karayünlü eğilerek Bektaş ağabiyinin kulağına: ''Bunların insanların bilgilenmesine ne katkısı olacak ki, bizlere dört kapıdan, kırk makamdam, nefsi emmaremizden anlatsalar bilgilensek daha iyi olur.'' der. Bu Bektaş ağabeyin aklına yatar. Biraz sonra o çocuk aklıyla konuyu ortaya seslice söyler. Babasına ''Neden Musa Peygamber hikayesiyle, ilgileniyoruz, dört kapıyı, nefsi emmareyi öğrensek kendimizi geliştirsek daha iyi olmazmı'' diye sorar. Hasan Hüseyin Pehlivan bozulur, susar. oda tıklım tıklım doludur, herkes susar. Hasan Hüseyin pehlivan oğlunun bu dediğine ağlamsı olur. Dede ve bazı yaşlı kişiler, Hasan Hüseyin Pehlivana üzülmemesi gerektiğini, Bektaş'ın daha çocuk olduğunu söyleyerek teselli etmeye çalışırlar.
Dede; Musa Peygamberin Tur dağındaki hikayesini anlatırken. Haydar Ali Karayünlü eğilerek Bektaş ağabiyinin kulağına: ''Bunların insanların bilgilenmesine ne katkısı olacak ki, bizlere dört kapıdan, kırk makamdam, nefsi emmaremizden anlatsalar bilgilensek daha iyi olur.'' der. Bu Bektaş ağabeyin aklına yatar. Biraz sonra o çocuk aklıyla konuyu ortaya seslice söyler. Babasına ''Neden Musa Peygamber hikayesiyle, ilgileniyoruz, dört kapıyı, nefsi emmareyi öğrensek kendimizi geliştirsek daha iyi olmazmı'' diye sorar. Hasan Hüseyin Pehlivan bozulur, susar. oda tıklım tıklım doludur, herkes susar. Hasan Hüseyin pehlivan oğlunun bu dediğine ağlamsı olur. Dede ve bazı yaşlı kişiler, Hasan Hüseyin Pehlivana üzülmemesi gerektiğini, Bektaş'ın daha çocuk olduğunu söyleyerek teselli etmeye çalışırlar.
***-
Aşık Yarebülbül'den çok şey öğrendim, bunlar söylencelerden
çok akılcı, insancıl olan şeylerdi.
Örneğin; - Hak Sende denmesi.
Ceme gelen kişiler kendisinden önce gelenlerle Selamlaşırken denen deyim.
Yere secde ederler, orada oturan herkesle görüşürler, yere secde etmeleri ise odada ki herkesle görüşme anlamına gelir.
Kadın ve çocuklar yerlerine gider. Erkek halkaya, yani sıraya yerine oturmadan önce olduğu yerden sağ yanındaki kişiden başlayarak herkesle görüşür, yani tokalaşır, ya da yüz yüze öpüşür. herkes ona -Hak sende der. bu aslında önemlidir. - Sen bana niyaz ediyorsun ama, sende de Hak var, teşekkür ederim ama, Hak sende derler. Bu Hallaç-ı Mansur'un, Seyit Nesimi'nin söylediği,
Kurandaki Hakkın kendi nurundan, yarattığını, Allah'ın İnsanda Şah damardan daha yakın olduğunu, sonuçta Bütün insanlarda Hakkın olduğunu, Hakkın aynı zamanda hak sahiplerinin, yani haklı olanların değerli olduğunu, önemsemelerinin gerekli olduğunu hatırlatmak oluyor.
Müsahipli iseler, bir daha duaya dururlar, dede dua eder, secdeye varırlar. Buna tecella duası denir, sadece musahibi olanlar içindir
Hem insan, hem hak hukuk önemsenmiş oluyor, ve hatırlatılmış oluyor.
***-
Bir ara köyün gençlerine dini konularda eğitim de vermişti
Ben son yıllardaki
Türkiye'ye izine gidişim 2014 - ve bu
yıl 2016 da oldu, ikisinde de kendi öz babamın yanına gitmedim.
Fakat Bektaş ağabeyinin yanına vardım. 2014 yılında evde
buldum, vardım. 2016 yılında kahvede buldum 45 dk kadar sohbet ettim video
çektim arşivimde görüntüleri var.
Aşık Yarebülbül bizim tabirimizle Hakka yürüdü
Bektaş Ağbeyi: Söylediğine göre, kayıtlara göre 1938
doğumlu 2016 yılında 78 yaşında oluyor.
Ben Yarebülbül yaşamı ve şiirleri kitabını 2001 yılında
yayımladım.
Bekir Karadeniz yazdığı 1900'den 2000'e Halk Ozanları
kitabında, Hayrettin İvgin, Sungurlulu Halk Aşıkları kitabında, Bekir Karadeniz yazdığı, Alevi Bektaşi
Antolojisinde yaşamı ve şiirlerini yazdı. Gene ben Bal Çiçekleri kitabımda
onunla ilgili yazdım.
1971 yılında geldiği Almanya'dan, 1981-1982 yıllarındaki
Almanya hükümetinin Türkler için ülkelerine dönmeyi teşvik yasası ile,
Almanya'dan Türkiye'ye kesin dönüş yaptı.
Döndüğünde yapmak istediği bazı şeyler vardı ama, hiç
birisini yapamadı. Alt katlarına dükkan yaptığı bina yaptırdı çocuklarıyla
yerleşti, yaşamını kahveye gidip gelerek sakin bir şekilde sürdürmeye başladı.
Her izine gittiğimde (Devamlı aynı kahveye gittiğini,
gittiği kahveyi de bildiğim için) önce kahveye bakıyordum. Saat: 10:00- 16:00
arası genellikle kahvede olurdu, gelmediği de oluyordu.
Kahvede bulamazsam eve gidiyordum. Mutlaka her yıl bir saat
olsun uğruyor halını hatırını soruyordum.
Sungurlu'da kahvede bazı kişilere beni tanıştırırken
''Benim Kitabı yazan kişi'' diyerek, tanıştırmıştı, hem kendi mutlu olduğu
anlaşılıyordu, hem beni sevdiğini belirtiyordu, yüz hatlarından gülümsemesinden
belli oluyordu.
Sanıyorum 1981 yılıydı Almanya'nın Kassel şehrine gittik.
Kasım amca Alevi Bektaşi gecesi düzenlediklerini söyledi. Orada benden sigara
parası istedi verdim. Akşam Kasım amcanın eve gelince geceyi düzenleyenler, biz
sanatçılara para verdiler, daha parayı
cebine koymadan benim paramı verdi, herkes şaşırmıştı.
Sungurlu'dan komşuları olan Körkü köyünden Mehmet Karaköse'nin
(Lakabı Kutuk) oğlu Müslüm evlenmişti. Bana gelin görmeye gitmesi gerektiğini
söyledi, arabası olmadığı için benim götürmemi istedi. Gittik. Geri gelirken
Otobandan biraz gelince dalgın, gördüm uyudu zannettim teyibin sesini de
kıstım. Dortmund'a yaklaşınca kır maştı, günaydın dedim. ''uyumuyordum'' dedi.
Ben neden öyle durduğunu sordum,''Bir
yol düşünüyordum'' dedi. Ben ''Yolumuz doğru,
eve geldik sayılır'' şakasını yapmıştım.
Ben Dortmund/Barsigplatz'daki evine gidip geldiğim için yan
sokaklarından birine yakın olduğu için saptım, arka taraftan evinin önüne
durdum, baktım inmiyor, ''inmiyor musun'' diye sordum ''Nereye geldik de'' diye
bana soruyor.
Evinden çıktığında sağ taraftan 100m ilerisi iş yeri
(Hoeshc) sol taraf 600-700m ilerisi de gidip geldiği kahve idi o aralarda alış
veriş yerleri vardı.
Bir gün: Neden araba ehliyeti almadığını sordum. Almanya'ya
ilk geldiklerinde yol yapımı asfalt dökme firmasında çalışmış, bir süre. Otoban
da asfalt döktükleri bir gün 5-6m önünde bir iş arkadaşını gelen bir araba
çarparak sürükleyip götürmüş, öldürmüş. Yakından gördüğü bu olaydan gözü
korkmuş ehliyet için yazılmamış, almamış. Halbuki Almanya'ya ilk gelen
Türklerin nüfus kağıtlarını (O zamanki imlikleri) gösterip Türkiye'deki
ehliyetim diye yalan söyleyerek Alman ehliyeti aldıkları zamanlar.
O zamanlar Türkiye'ye dönme planı vardı, döndüğümde ne iş
yapabilirim planı yapıyordu. bana da anlatıyordu. Kamyonetle pazarcılık, Sungurlu/ Mehmandı köyünden de ileride bir
tarlanın yakınında su varmış orada balıkçılık, gibi şeyler düşünüyorduk. Saz
yapımında karar kılmıştı araç gereç aldı götürdü ama yapmadı. Olmadı.
Gene o yıllarda Körkü köyünden Mehmet Karaköse'ye (Lakabı, Kutuk)
bir tarla sattı 30,000 Marktan fazlaydı. Benim evimde Mehmet ağa saydı babama
verdi babam saydı Bektaş ağabeyinin önüne koydu parayı, o saymadan elinin tersi
ile bana iteledi paraları ''Al Doğan bunları'' diye, bir hafta sonra, bankaya
yatıralım bunu diye götürdüm paraları.
Bir gün konu sigaradan açılmıştı, bana bir anısını anlattı.
Sigaraya içme alışkanlığı edinmiş, ama babasından gizli
içiyor, bağda, epey çalışmışlar, eve gelecekler, babası eşeği getirmesini
ister, ama yanlarında Bektaş Ağabeyin büyük oğlu Ali Samıt'da var. 3 yaşlarında filan, Bektaş
Ağabey eşeği getirmeye giderken bazı ağaçlardan görünmüyor diye sigarasını
yakar. Babası Hasan Hüseyin Pehlivanda Ali Samıt'ı kucağına almış bir şeyler
konuşarak dolaşıyor. Bektaş Ağabey eşeği alıp gelir birden babası kucağında Ali
Samıt'da olduğu halde karşılaşır, Bektaş Ağabey hemen hafif dönerek sigarasını yere atar
ayağıyla basar. Babası Hasan Hüseyin
Pehlivan kucağındaki Ali Samıt'a anlatmaya başlar.''Sen de büyüyünce sigara
içeceksin, baban görünce hemen yere atıp basacaksın, şöylece de ayağınla
kıvratacaksın'' diye anlatır.
Her fıssatta Bektaş ağabeyimden çok şey öğrendiğimi
söyledim, söylüyorum. beni çocuk görmüyor gerektiği zaman ölçülü bir şekilde
şaka yapıyordu: Bir defasında Beraber babamlara misafir olarak gitmiştik, ben
bir ara mutfağa gittim, oturma odasından
mutfağa açılan kapıdan görünüyordu, geldiğimde, bana; '' Babayın evindeymiş
gibi dolaşıyorsun'' dedi.
O yıllarda, Türkiye'ye izine gitti, işten ayrılmıştı, 2- 3 ay
kalacağını söyledi, benim de iyi sazım yok, sazını ben getirdim. (Kendisi
yapmıştı, Kara ağaç kökünden derdi, uzun sap bir bağlamaydı) bende epey kaldı,
belki 6 ay kadar kaldı. Bir gün benim eve oturmaya geldi, Murtaza Ağbeyim
(Murtaza Karaoğlu) da misafir olarak geldi. Bir aralık bağlamayı aldım, biraz
çalalım diye, sazı güzel, iyi bulduğumu, alıştığımı söyleyince, Murtaza
ağbeyim, ''Bu saz senin ya'' dedi. Bektaş Ağabey: ''Bir şahit daha bulursan,
mahkeme ile elimden alabilirsin'' dedi.
Çok şey öğrendiğimi hep söyledim.:
Bir iş arkadaşı vardı M.A.C. çok konuşan abartılı sözlerle
uzun uzun övünen, her konuda söyleyecek sözü olan birisiydi. Ben bir defasında,
''Bu arkadaşınla nasıl anlaşıyorsun çok konuşuyor, her şeyi abartıyor'' dedim.
Bana önündeki şeylerden örnekleyerek '' Doğan, ekmeği ekmek gibi , çakmağı
çakmak gibi, sigarayı da sigara gibi seviyorum, Doğanı Doğan gibi, onu da o
olarak seviyorum'' dedi.
Çok güzel bir cevaptı, her şeyin kendi konumunca sevilmesi
gerektiğini söylemişti.
Çok rahatlıkla söyleyebilirim ki. Benim Alevilik anlayışımı
değiştirdi. Annemden babamdan, ailemden öğrendiğim Alevilik: Hikayeler,
erenlerin kerametleri, tekkeler, türbeler, onlardan istek isteme, onlara
adaklar adama, Dedelerden korkma gibi konuları düşünmemiz, sorgulamamız, seçmemiz
gerektiğini öğretti. Daha tanıştığım günlerde, övünerek okuduğum bir şiirimi, usulunce
bana anlatmış yanlış bulduğunu söylemişti.; Konu benim İmam Hüseyin'den yardım
istememdi.
Bana her şeyin Allah tarafından verildiğini,
istekler,dilekler Allah tarafından kabul ya da red edildiğini söyleyerek. ''Sen
İmam Hüseyin'i araya koyarak Allaha torpil yapma gibi bir duruma düşüyorsun,
Ama Allaha torpil olamaz, adaletli olması gereken Allah haksızlık yapamaz, sen
kendin direk aracısız Allaha muhatap olmalısın.
Allah Adem'e verdiği her şeyi bütün insanlara verdi, İmam
Hüseyin'de ne varsa, Hacı Bektaş Veli'de var, Onda ne varsa Ahmet'de, Mehmet'de
var, sen de de var, herkes kendini geliştirip kendinde Hakkı bulursa başka
kişilere ihtiyaç duymaz'' dedi.
Bu konuyu sonraları, Hakk konusu, Allaha şirk koşma konusu,
Enelhak, anlamı, Allah'ın Adem'i nurundan yaratması, kendi ruhundan vermesi,
Allah'ın Adem'' şah damarından yakın olması, Hallac Mansur, Seyit Nesimi gibi
konularda çok konuştuk.
Benim Köyümüzün çevresindeki tekkelerin, her isteyenin
isteklerini verdiği inancımı yerle bir
etmişti.
Bektaş ağabeyi bana sorgulamayı, yaptıklarımızda anlamın ve
maksadın önemli olduğunu öğretti.
Zakirlik konusunda, Anadolu Alevi geleneği konusunda, Alevi
cem ibadeti konusunda, Anadolu Alevi söylenceleri anlatımı konusunda. Çok
şeyler öğretti.
İlk defa ondan duydum: ''Yer yok iken gök yok iken var idim''
diye başlayan deyişi.
İlk ondan duydum, Cemde gelenlerin niyazlaşmasında
kişilerin bir birine '' Hak sende'' dediğini.
İlk ondan duydum ''Ne ararsan kendinde ara'' sözünün
anlamını, açıklamasını.
Makalat kitabının önemini o anlattı bana.
Hakkın insanda olduğunun önemini o anlattı bana.
Kişinin başkasının darına değil, kendi darına durmasının
önemini o anlattı bana.
Dede dediğimiz kişiyi de seçmemiz gerektiğini o anlattı
bana.
Bir Anadolu Alevisinin Dört kapı kırk makamı geçmesi
gerektiğini o anlattı bana.
Daha bir çok şeyleri ondan dinledim, benim çevremde başka
kimseden de bu konuları duymadım. onca Dedelerle, tahsilli kişilerle
sohbetlerim, tartışmalarım oldu,
tasafuvdan, bu konulardan konuşan, anlatan olmadı.
İnsanın merkez alınması gerektiğini, insanın önemli olduğunu,
insanın Hak olduğunu anlatan, yaşarken gördüğüm bir kaç kişiden birisi Bektaş
Ağabeydi.
Onca yıl ondan öğrendiklerimi, onun anladığı biçimde bir
çok kişiye anlatmaya kalkıştım, kimse karşı görüş bildirmedi, bildirmedi ama
anlayamadı.
Ben onu anladığımı düşünüyorum.
Şiirlerimde onu ima ederek bir çok kavramlardan bahsettim.
Bir şiirimde
Bir şiirimde
Yarebülbül çeşmesinden
doldurduğum kabımı
Yaran bilcümle aleme dağıttım
sevabına.
Demiştim.
Ustaz
bir gün sordu bana
De
hele hak nerde dedi
El
kaldırdım asumana
Orda
değil yerde dedi. şiirim onunla
ilintiliydi.
''Hakikata
varmış kişi
Yola
gelmezse gelmesin'' şiirim de de onu ima ediyordum..
***-
Almanya'dan Türkiye'ye kesin dönüş yapıp, Sungurlu'ya yerleştikten sonra, yavaş yavaş bağlama çalmayıda, bağlama çalıp deyiş, türkü söylemeyide, şiir yazmayı da yavaş yavaş bıraktı.
Her fırsatta teşvik ediyordum, şaka yollu sitem ediyordum, olmuyor diyordu. Zorlattığım zaman '' Yazmak istediğim, söylemek istediğim her şeyi şiire döktüm, yazdım yeter'' diyordu.
Araştırmacı, yazar, şair Bekir Karadeniz. Zamansız Şiirler kitabında , 104. sayfasında ''Usta'' adında şiirini Yarebülbüle yazmıştı. Kendisine de okumuştu.
Şiir
Aşık Yarebülbül’e
***-
Almanya'dan Türkiye'ye kesin dönüş yapıp, Sungurlu'ya yerleştikten sonra, yavaş yavaş bağlama çalmayıda, bağlama çalıp deyiş, türkü söylemeyide, şiir yazmayı da yavaş yavaş bıraktı.
Her fırsatta teşvik ediyordum, şaka yollu sitem ediyordum, olmuyor diyordu. Zorlattığım zaman '' Yazmak istediğim, söylemek istediğim her şeyi şiire döktüm, yazdım yeter'' diyordu.
Araştırmacı, yazar, şair Bekir Karadeniz. Zamansız Şiirler kitabında , 104. sayfasında ''Usta'' adında şiirini Yarebülbüle yazmıştı. Kendisine de okumuştu.
Şiir
Usta
Aşık Yarebülbül’e
Yorulmayı anlarım da zamanda
Bırakmak olur mu şiiri usta
Kalır birileri mutlak gümanda
Görürse düşkünce şairi usta
Nice zaman geçti akla karayla
Kim kaldı burada köşkle sarayla
Herşey yerin bulur destur sırayla
Gelince zamanı ahiri usta
Yapraklar savrulur seherde yelle
Bülbül yaşar imiş bir gonca gülle
Deniz dolar coşkun akan her selle
Kurutma içinde nehiri usta
Zaten daha sonraki yıllarda, kısmi felç geçirmişti, dışardan belli olmuyordu ama, tezeneyi rahat tutamadığını, bağlama çalamayacağını söylüyordu.
***-
Bektaş Ağabeyiden
Yazdığım, -1950 1960-1970'li yıllarda Yöremizde Dedelik Yapanlar.
Haydar Ağa – Arif
Ağanın amca oğlu
Körkü Dedeleri. Potuk Yusuf Ağa, Nesimi Ağa, Abidin Ağa, Mazin
Ağa.
Hacali ağa Dede-
Çokurlu (Malatya dan gelme oraya yerleşmiş)
Arap ağa Çokurlu
– Köyün babası icazetli imiş. Evladı Resul değil.Dede değil
Çorum Yeni köy
den Ali Ağa, Deduva.
Gene Şekerhacı
köyünden Deduva
Zakirler
Yarebülbül
Gök Duran
–Mahmatlı mı –Ağcalı mı
Calıbın Mehmet –
Sungurlu
Hökeleğin Ali-
Çokurlu
Haydar Ali- Çokurlu
Mehmet
Kamışlı
Ali Osman-
Akpınarlı
Cıncık Hasan-
Çokurlu- Yedek
Tahtacı İsmail (
İsmail Şahindokuyucu- Kamışlı
***-
Ölümünün ardından ona yazdığım 2 şiirimi buraya alıyorum
Ölümünün ardından ona yazdığım 2 şiirimi buraya alıyorum
Gitti
Bir
güvercin uçtu buluttan yana
Tökezledi
önce savruldu gitti
Sol
yandan cevheri düşürdü yere
Sağ
tarafa boynu devrildi gitti
Dersi
nasihati açığa serdi
Hayata
sessizce göğsünü gerdi
Kimseye
demedi sinede derdi
Kendi
yağı ile kavruldu gitti
Aklıyla
yön verdi hep imanına
Bilgiyi
uydurdu ak vicdanına
Sevgi
sıcaklığı yetti canına
Kış
günü soğukla yoğruldu gitti
Aşkla
dosta vardı sevgi dermeye
Hakikat
yolunda Hakka ermeye
Burada
başladı ışık vermeye
Güneşten
tarafa çevrildi gitti
Canlılara
saygı duydu eğildi
Gürani
Doğan'da değerin bildi
Kemikten
ettendi zamanı geldi
Çiçek
olmak için evrildi gitti
***-
Gel
Başka
biçim olsun senin ölümün
Değiştir
şu kuralları yık ta gel
Tamamlanmadı
ki bizdeki eksik
Perişanız
halimize bak ta gel
İnsan
Hakka bağlı Hakta insana
Eyvallahın
yoktu bilirim cana
Tarikattan
dört kapıdan bu yana
Anlat
bize n'olur delil yak ta gel
Neye
kızdın neye küstün dünyada
De
ki dolandım da geldim rüya da
Ya
güneşin ışığıyla gel ya da
Bulutlardan
yağmur olup akta gel
Çalıp
çağırmıştın almıştır alan
Ruhun
eserinde cesettir solan
Durma
orda usta devredip dolan
Mezarından
çiçek olup çık ta gel
Gürani
Doğan'ın Yarebülbül'ü
Arif
kişilere denir mi ölü
Şiirsiz
kalmasın bu türkü gölü
Dişlerini
ellerini sıkta gel
Aralık 2016
Gürani Doğan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder