25 Aralık 2016 Pazar

Aşık Yarebülbül - Büyük Köprü Yıkıldı



Aşık Yarebülbül
Büyük Köprü Yıkıldı




 
Yarebülbül- Aşık Bektaş- Kemallı Hasan Hüseyin Pehlivanın oğlu.
Ben -Yarebülbül Yaşamı Ve Şiirleri -kitabını yazarken bazı konuları yazdım. Oraya yazma gereği duymadıklarımı, sadece kendi yakınlarını ilgilendiren bendeki bilgileri buraya Gelecekteki torunlarına bilgi olarak burada aktarmaya çalışacağım.
Babası Hasan Hüseyin Pehlivan. Sungurlu'ya çok yakın bir köy Kemallı Köyünden Hicri:1310 doğumlu Miladi:1893 yılına denk geliyor.
(Kemallı köyü Alevi sünnü karışık bir köy)
Babası Koca Bektaş. Alevi geleneğinde Baba denilen konumda imiş. Köyün Babası imiş.
Hasan Hüseyin’in anadan bir babadan ayrı iki kardeşi var. Hamdullah ve Deli Haydar.
Onlar fakir odun yada Çalgı satarak geçinmeye çalışırlarmış.
Ayşe adındaki kadın, başka kocadan sonra Koca Bektaş’a gelmiş. Ölmüş mü yoksa boşanmış mı bilmiyorum.
Öteki Fadime Çingenelerin kaçırdığı.
Annesi Ayşe Alembey köyünden Halil kahya derlermiş onlardanmış.
Öldüğünde Huri Melek doğmuş onları elinden tutup gezdirirmiş.
Bektaş Ağabeylere önceleri ''Kocalar'' derlermiş. Bektaş ağbiyinin dedesinin adı da Bektaş, herkes ''Kocanın Bektaş'' diye bilinirmiş.
Bektaş ağbiyinin iki amcası varmış Hasan Hüseyin pehlivan'ın büyükleri, askere gider gelemezler Şehitlik haberleri gelir.. Savaş seferberlik denilen zaman.
Hasan Hüseyin'in de askerlik vakti geldiğinde, Hasan Hüseyin şubeye varır elbise ve silahı alır, ama askere gitmez, dağa çıkar. Eşkiyalık yapmaya başlar. 
16 yaşından itibaren  o zaman ki gelenekte düğünlerde güreş önemlidir. Pehlivanlıkta ünlü oluşu Eşkiyalıkta başarı getirir.
Hasan Hüseyin’in İki bacısı var Sultan ve Fadime.

Sultan’ı Köçeğin kömü köyüne verirler, kocasından ayrılır gelir. Hasan Hüseyin, Sultan'ı, Alembeyli mi? Gene adı Hasan Hüseyin olan bir adam var bela bir adam Üç dört karısı var . ceza olarak ona verir. Kuma üstüne.

Öteki bacısını ise. Çocuk yaşta 10 yada 11 yaşlarında, Irgatlık tarlasına azık(öğlen yemeği) götürür iken, yoldan Çingeneler kaçırır başka köyde satarlar .

Pehlivan her gittiği yerde anlatırmış bir köyde tarif edince köylüler onu burada bizim köyde öyle biri var derler birazdan düğüne gelecek uzaktan bak omu? derler biraz sonra bir gurup kadınla gelir köylüler: ''Pehlivan o kız bu gurubun içinde bak bakalım tanıyacak mısın'' derler pehlivan tanır, gösterir, gerçekten de gösterdiği gelin odur.  Çingeneler o köyde satmış oda orada büyümüş, orada evlenmiştir.

Bektaş Ağabeyi devamında babasının nasıl davrandığını, ne yaptığını bilmiyor, bir bilgisi yok sanıyorum O kadının kurulu düzenini bozmamak adına sessiz kalmış. Gitse, konuşsa, getirse, sonraki yıllarda görüşmeler olsa Bektaş Ağabeyin bilgisi olurdu.
Yarebülbül’ü büyüten Analığı Melek, Yarebülbül’e kendi yiğenini alır ama ondan çocuğu da olmadan ayrılır. Aklı yetinceye kadar öz annesini bilmiyor. 
Bir gün tarlada öz anasını çalışırken görürler, Yarebülbül'ü öz annesinin yanında bırakırlar. Yarebülbül. ''Siz bu topal kadına bana annen diyorsunuz'' diye kızmış. Tabi sonra öğrenmiş ki o öz annesiymiş.

Yarebülbül'ün daha önce, Melek analığından bir oğlan olur adı Bektaş’tır, küçük yaşta ateşten eteği tutuşur yanarak ölür. Hatta Babasına: ''Annemin suçu yok ona kızma'' demiş. Sonraki yıllarda Bektaş yani Yarebülbül olur.
Yarebülbül İki buçuk yıl askerlik yapmış ve Ekim 1958 yılında askerden gelmiş.
***-

Kemallı köyü Alevi Sünni karışık köy. 1969 yılı filan. Kemal adında bir alevi, Sünni olan köyün Muhtarı Halliş'i vurur öldürür.. Olaylar büyümeye başlayınca Aleviler Birer ikişer Sungurlu'ya gelip yerleştiler.

Sungurlu'ya yerleşen Yarebülbül, zaten tanıştığı yöre Aşıkları: Şekip Şahadoğru, Hüseyin Çırakman, gibi kişilerin aracılığı ile Türkiye tarihinde önemli siyasi yeri olan İşçi Partisi içinde bulur kendisini.

Okuma, şiir yazma, alışkanlığının olması aydın kişiler ile tanışması bilgisini artırması o döneme rastlar.
Cem yapan dedelerin, yetersiz bilgilerini o zaman fark ederler, Alevi kitaplarındaki bilgi ile Cem yapan dedelerin anlattıkları çelişkileri o zaman anlarlar.
Bana anlattıklarına göre. Bazı arkadaşlar ile kendi aralarında konuyu konuşup tartışırlar. Mihmandılı Arif Ağa (Türbesi olan) dedenin oğlu Haydar'a gidip konuşurlar, ona önerilerde bulunarak, ''Sen posta otur, bilinçli bir şekilde cem yapalım'' derler. Haydar ise kendisinden yaşça büyük amcazade (Yakın akraba) lerinin olduğunu yapamayacağını bunlara söyler.
Bunlar gene de yapılan cemlerin, cem yapan Dedelerin yetersiz olduğunu her yerde söylemekte geri durmazlar. Elbette önerileri, gerekçeleri de vardır.
Bu durum zamanla halk arasında, bunların inançsız olduğu, bunların Allah'a inanmadığı biçiminde yayılır.

Ben 1978  yılında ya da o yıllarda izine gittiğimde, Bektaş Ağabeyimle samimi olduğumu, onun yanına sık sık gidip geldiğimi, onunla beraber saz çaldığım, köydeki ailemin kulağına gitmişti

Bana hem Hamza dedem, hem Mehmet dayım, hem annem, hem Gürcü halam, Bektaş'tan uzak durmamı öğütlediler, onun inançsız olduğunu, onun Allah'a, Dedeye, ceme cemaata inanmadığını söylediler, Mehmet dayım dikkatli olmamı söyledi.
..***-

Geri Gelelim Köprüye
Köprü bir yerden bir yere, ya da ırmağın bir yanından bir yanına geçmek  için, taştan, tahtadan, demirden vb yapılan yol. geçme yeri, geçiş aracı, geçilen yer. İki yer arasında olan bağlantı.
Bektaş ağbeyi tamda iki yer arasındaki kişiydi benim için yetişkin olduğu zamanlar 1950'li yıllardan 2000'li yıllar arasındaki kültürü bana aktaran bir canlı köprü idi.
Babasının baş pehlivanlık, ve yörenin ileri gelen kişilerden oluşu nedeniyle, çok küçük yaşlarda cem zakirliğine başlaması nedeniyle, Alevi Bektaşi ileri gelenleriyle iç içe olması onda birikim oluşturmuştu.
Evleri kendi deyimiyle yukarı memleketten gelen dedelerin uğrak yeriydi. Bağlama çalmaya başladığı yıllarda köylerinde başka bağlama çalan da yoktu, her muhabbet toplantılarına çağrılıyor bağlama çalıp türküler, deyişler çalıp söylemesi isteniyordu, bu da zevkle gidip o sohbetlerde bulunuyordu.
Bulunduğu bu sohbet toplantılarında daha çok kendinden yaşlı kişilerin olduğu için, gelenek, töre ve kültürümüz konusunda birikimleri oluyordu.
Dedelerin köylülerinin muhabbet, sohbet, cem gibi toplantılarında elinde bağlaması ile ön safta olması, kendisini geliştirmesi, daha çok deyiş düvaz öğrenmesine geleneği daha sağlam öğrenmesine vesile oluyordu.
Bir defasında bana anlattığı hikayesi hiç aklımdan çıkmamıştır.
Misafir odaları köylüleri ile doludur, yetişkin insanlar o kadar doludurlar ki, bağlama öğrendiği kişi Haydar Ali Karayünlü ile bunu yatakların yığılı olduğu yükünün üstüne çıkıp oturmalarını söylerler, öylede olur. 

Dede; Musa Peygamberin Tur dağındaki hikayesini anlatırken. Haydar Ali Karayünlü eğilerek Bektaş ağabiyinin kulağına: ''Bunların insanların bilgilenmesine ne katkısı olacak ki, bizlere dört kapıdan, kırk makamdam, nefsi emmaremizden anlatsalar bilgilensek daha iyi olur.'' der. Bu Bektaş ağabeyin aklına yatar. Biraz sonra o çocuk aklıyla konuyu ortaya seslice söyler. Babasına ''Neden Musa Peygamber hikayesiyle, ilgileniyoruz, dört kapıyı, nefsi emmareyi öğrensek kendimizi geliştirsek daha iyi olmazmı'' diye sorar.  Hasan Hüseyin Pehlivan bozulur, susar. oda tıklım tıklım doludur, herkes susar. Hasan Hüseyin pehlivan oğlunun bu dediğine ağlamsı olur. Dede ve bazı yaşlı kişiler, Hasan Hüseyin Pehlivana üzülmemesi gerektiğini, Bektaş'ın daha çocuk olduğunu söyleyerek teselli etmeye çalışırlar.

***-
Aşık Yarebülbül'den çok şey öğrendim, bunlar söylencelerden çok akılcı, insancıl olan şeylerdi.
Örneğin; - Hak Sende  denmesi.

Ceme gelen kişiler kendisinden önce gelenlerle Selamlaşırken denen deyim.
Dede gelmiş, yerine oturmuş ise: Her gelen kişi getirdiği lokmaları ile (Çörek, Elma, şarap vb) Meydana gelir, gözcü görevi yapan kişinin yanına durarak duasını alır, ellerindeki lokmaları görevliye verirler.
Yere secde ederler, orada oturan herkesle görüşürler, yere secde etmeleri ise odada ki herkesle görüşme anlamına gelir.

 Kadın ve çocuklar yerlerine gider. Erkek halkaya, yani sıraya yerine oturmadan önce olduğu yerden sağ yanındaki kişiden başlayarak herkesle görüşür, yani tokalaşır, ya da yüz yüze öpüşür. herkes ona -Hak sende der. bu aslında önemlidir. - Sen bana niyaz ediyorsun ama, sende de Hak var, teşekkür ederim ama, Hak sende derler. Bu Hallaç-ı Mansur'un, Seyit Nesimi'nin söylediği,
Kurandaki Hakkın kendi nurundan, yarattığını, Allah'ın İnsanda Şah damardan daha yakın olduğunu, sonuçta Bütün insanlarda Hakkın olduğunu, Hakkın aynı zamanda hak sahiplerinin, yani haklı olanların değerli olduğunu, önemsemelerinin gerekli olduğunu hatırlatmak oluyor.

 Müsahipli iseler, bir daha duaya dururlar, dede dua eder, secdeye varırlar. Buna tecella duası denir, sadece musahibi olanlar içindir

Hem insan, hem hak hukuk önemsenmiş oluyor, ve hatırlatılmış oluyor.


***-

Bir ara köyün gençlerine dini konularda eğitim de vermişti
Ben son  yıllardaki Türkiye'ye izine gidişim 2014 - ve  bu yıl 2016 da oldu, ikisinde de kendi öz babamın yanına gitmedim.
Fakat Bektaş ağabeyinin yanına vardım. 2014 yılında evde buldum, vardım. 2016 yılında kahvede buldum 45 dk kadar sohbet ettim video çektim arşivimde görüntüleri var.
Aşık Yarebülbül bizim tabirimizle Hakka yürüdü
Bektaş Ağbeyi: Söylediğine göre, kayıtlara göre 1938 doğumlu 2016 yılında 78 yaşında oluyor.
Ben Yarebülbül yaşamı ve şiirleri kitabını 2001 yılında yayımladım.
Bekir Karadeniz yazdığı 1900'den 2000'e Halk Ozanları kitabında, Hayrettin İvgin, Sungurlulu Halk Aşıkları kitabında,  Bekir Karadeniz yazdığı, Alevi Bektaşi Antolojisinde yaşamı ve şiirlerini yazdı. Gene ben Bal Çiçekleri kitabımda onunla ilgili yazdım. 
1971 yılında geldiği Almanya'dan, 1981-1982 yıllarındaki Almanya hükümetinin Türkler için ülkelerine dönmeyi teşvik yasası ile, Almanya'dan Türkiye'ye kesin dönüş yaptı.
Döndüğünde yapmak istediği bazı şeyler vardı ama, hiç birisini yapamadı. Alt katlarına dükkan yaptığı bina yaptırdı çocuklarıyla yerleşti, yaşamını kahveye gidip gelerek sakin bir şekilde sürdürmeye başladı.
Her izine gittiğimde (Devamlı aynı kahveye gittiğini, gittiği kahveyi de bildiğim için) önce kahveye bakıyordum. Saat: 10:00- 16:00 arası genellikle kahvede olurdu, gelmediği de oluyordu.
Kahvede bulamazsam eve gidiyordum. Mutlaka her yıl bir saat olsun uğruyor halını hatırını soruyordum.
Sungurlu'da kahvede bazı kişilere beni tanıştırırken ''Benim Kitabı yazan kişi'' diyerek, tanıştırmıştı, hem kendi mutlu olduğu anlaşılıyordu, hem beni sevdiğini belirtiyordu, yüz hatlarından gülümsemesinden belli oluyordu.
Sanıyorum 1981 yılıydı Almanya'nın Kassel şehrine gittik. Kasım amca Alevi Bektaşi gecesi düzenlediklerini söyledi. Orada benden sigara parası istedi verdim. Akşam Kasım amcanın eve gelince geceyi düzenleyenler, biz sanatçılara  para verdiler, daha parayı cebine koymadan benim paramı verdi, herkes şaşırmıştı.
Sungurlu'dan komşuları olan Körkü köyünden Mehmet Karaköse'nin (Lakabı Kutuk) oğlu Müslüm evlenmişti. Bana gelin görmeye gitmesi gerektiğini söyledi, arabası olmadığı için benim götürmemi istedi. Gittik. Geri gelirken Otobandan biraz gelince dalgın, gördüm uyudu zannettim teyibin sesini de kıstım. Dortmund'a yaklaşınca kır maştı, günaydın dedim. ''uyumuyordum'' dedi. Ben neden  öyle durduğunu sordum,''Bir yol düşünüyordum'' dedi. Ben ''Yolumuz doğru,  eve geldik sayılır'' şakasını yapmıştım.
Ben Dortmund/Barsigplatz'daki evine gidip geldiğim için yan sokaklarından birine yakın olduğu için saptım, arka taraftan evinin önüne durdum, baktım inmiyor, ''inmiyor musun'' diye sordum ''Nereye geldik de'' diye bana soruyor. 
Evinden çıktığında sağ taraftan 100m ilerisi iş yeri (Hoeshc) sol taraf 600-700m ilerisi de gidip geldiği kahve idi o aralarda alış veriş yerleri vardı.
Bir gün: Neden araba ehliyeti almadığını sordum. Almanya'ya ilk geldiklerinde yol yapımı asfalt dökme firmasında çalışmış, bir süre. Otoban da asfalt döktükleri bir gün 5-6m önünde bir iş arkadaşını gelen bir araba çarparak sürükleyip götürmüş, öldürmüş. Yakından gördüğü bu olaydan gözü korkmuş ehliyet için yazılmamış, almamış. Halbuki Almanya'ya ilk gelen Türklerin nüfus kağıtlarını (O zamanki imlikleri) gösterip Türkiye'deki ehliyetim diye yalan söyleyerek Alman ehliyeti aldıkları zamanlar.
O zamanlar Türkiye'ye dönme planı vardı, döndüğümde ne iş yapabilirim planı yapıyordu. bana da anlatıyordu. Kamyonetle pazarcılık,  Sungurlu/ Mehmandı köyünden de ileride bir tarlanın yakınında su varmış orada balıkçılık, gibi şeyler düşünüyorduk. Saz yapımında karar kılmıştı araç gereç aldı götürdü ama yapmadı. Olmadı.
Gene o yıllarda Körkü köyünden Mehmet Karaköse'ye (Lakabı, Kutuk) bir tarla sattı 30,000 Marktan fazlaydı. Benim evimde Mehmet ağa saydı babama verdi babam saydı Bektaş ağabeyinin önüne koydu parayı, o saymadan elinin tersi ile bana iteledi paraları ''Al Doğan bunları'' diye, bir hafta sonra, bankaya yatıralım bunu diye götürdüm paraları.
Bir gün konu sigaradan açılmıştı, bana bir anısını anlattı.
Sigaraya içme alışkanlığı edinmiş, ama babasından gizli içiyor, bağda, epey çalışmışlar, eve gelecekler, babası eşeği getirmesini ister, ama yanlarında Bektaş Ağabeyin büyük oğlu  Ali Samıt'da var. 3 yaşlarında filan, Bektaş Ağabey eşeği getirmeye giderken bazı ağaçlardan görünmüyor diye sigarasını yakar. Babası Hasan Hüseyin Pehlivanda Ali Samıt'ı kucağına almış bir şeyler konuşarak dolaşıyor. Bektaş Ağabey eşeği alıp gelir birden babası kucağında Ali Samıt'da olduğu halde karşılaşır, Bektaş Ağabey hemen hafif dönerek sigarasını yere atar ayağıyla basar.  Babası Hasan Hüseyin Pehlivan kucağındaki Ali Samıt'a anlatmaya başlar.''Sen de büyüyünce sigara içeceksin, baban görünce hemen yere atıp basacaksın, şöylece de ayağınla kıvratacaksın'' diye anlatır.
Her fıssatta Bektaş ağabeyimden çok şey öğrendiğimi söyledim, söylüyorum. beni çocuk görmüyor gerektiği zaman ölçülü bir şekilde şaka yapıyordu: Bir defasında Beraber babamlara misafir olarak gitmiştik, ben bir ara mutfağa gittim,  oturma odasından mutfağa açılan kapıdan görünüyordu, geldiğimde, bana; '' Babayın evindeymiş gibi dolaşıyorsun'' dedi.
O yıllarda, Türkiye'ye izine gitti, işten ayrılmıştı, 2- 3 ay kalacağını söyledi, benim de iyi sazım yok, sazını ben getirdim. (Kendisi yapmıştı, Kara ağaç kökünden derdi, uzun sap bir bağlamaydı) bende epey kaldı, belki 6 ay kadar kaldı. Bir gün benim eve oturmaya geldi, Murtaza Ağbeyim (Murtaza Karaoğlu) da misafir olarak geldi. Bir aralık bağlamayı aldım, biraz çalalım diye, sazı güzel, iyi bulduğumu, alıştığımı söyleyince, Murtaza ağbeyim, ''Bu saz senin ya'' dedi. Bektaş Ağabey: ''Bir şahit daha bulursan, mahkeme ile elimden alabilirsin'' dedi.
Çok şey öğrendiğimi hep söyledim.:
Bir iş arkadaşı vardı M.A.C. çok konuşan abartılı sözlerle uzun uzun övünen, her konuda söyleyecek sözü olan birisiydi. Ben bir defasında, ''Bu arkadaşınla nasıl anlaşıyorsun çok konuşuyor, her şeyi abartıyor'' dedim. Bana önündeki şeylerden örnekleyerek '' Doğan, ekmeği ekmek gibi , çakmağı çakmak gibi, sigarayı da sigara gibi seviyorum, Doğanı Doğan gibi, onu da o olarak seviyorum'' dedi.
Çok güzel bir cevaptı, her şeyin kendi konumunca sevilmesi gerektiğini söylemişti.
Çok rahatlıkla söyleyebilirim ki. Benim Alevilik anlayışımı değiştirdi. Annemden babamdan, ailemden öğrendiğim Alevilik: Hikayeler, erenlerin kerametleri, tekkeler, türbeler, onlardan istek isteme, onlara adaklar adama, Dedelerden korkma gibi konuları düşünmemiz, sorgulamamız, seçmemiz gerektiğini öğretti. Daha tanıştığım günlerde, övünerek okuduğum bir şiirimi, usulunce bana anlatmış yanlış bulduğunu söylemişti.; Konu benim İmam Hüseyin'den yardım istememdi.
Bana her şeyin Allah tarafından verildiğini, istekler,dilekler Allah tarafından kabul ya da red edildiğini söyleyerek. ''Sen İmam Hüseyin'i araya koyarak Allaha torpil yapma gibi bir duruma düşüyorsun, Ama Allaha torpil olamaz, adaletli olması gereken Allah haksızlık yapamaz, sen kendin direk aracısız Allaha muhatap olmalısın.
Allah Adem'e verdiği her şeyi bütün insanlara verdi, İmam Hüseyin'de ne varsa, Hacı Bektaş Veli'de var, Onda ne varsa Ahmet'de, Mehmet'de var, sen de de var, herkes kendini geliştirip kendinde Hakkı bulursa başka kişilere ihtiyaç duymaz'' dedi.
Bu konuyu sonraları, Hakk konusu, Allaha şirk koşma konusu, Enelhak, anlamı, Allah'ın Adem'i nurundan yaratması, kendi ruhundan vermesi, Allah'ın Adem'' şah damarından yakın olması, Hallac Mansur, Seyit Nesimi gibi konularda çok konuştuk.
Benim Köyümüzün çevresindeki tekkelerin, her isteyenin isteklerini verdiği inancımı  yerle bir etmişti.
Bektaş ağabeyi bana sorgulamayı, yaptıklarımızda anlamın ve maksadın önemli olduğunu öğretti.
Zakirlik konusunda, Anadolu Alevi geleneği konusunda, Alevi cem ibadeti konusunda, Anadolu Alevi söylenceleri anlatımı konusunda. Çok şeyler öğretti.
İlk defa ondan duydum: ''Yer yok iken gök yok iken var idim'' diye başlayan deyişi.
İlk ondan duydum, Cemde gelenlerin niyazlaşmasında kişilerin bir birine '' Hak sende'' dediğini.
İlk ondan duydum ''Ne ararsan kendinde ara'' sözünün anlamını, açıklamasını.
Makalat kitabının önemini o anlattı bana.
Hakkın insanda olduğunun önemini o anlattı bana.
Kişinin başkasının darına değil, kendi darına durmasının önemini o anlattı bana.
Dede dediğimiz kişiyi de seçmemiz gerektiğini o anlattı bana.
Bir Anadolu Alevisinin Dört kapı kırk makamı geçmesi gerektiğini o anlattı bana.
Daha bir çok şeyleri ondan dinledim, benim çevremde başka kimseden de bu konuları duymadım. onca Dedelerle, tahsilli kişilerle sohbetlerim, tartışmalarım oldu,  tasafuvdan, bu konulardan konuşan, anlatan olmadı.
İnsanın merkez alınması gerektiğini, insanın önemli olduğunu, insanın Hak olduğunu anlatan, yaşarken gördüğüm bir kaç kişiden birisi Bektaş Ağabeydi.
Onca yıl ondan öğrendiklerimi, onun anladığı biçimde bir çok kişiye anlatmaya kalkıştım, kimse karşı görüş bildirmedi, bildirmedi ama anlayamadı. 
Ben onu anladığımı düşünüyorum.
Şiirlerimde onu ima ederek bir çok kavramlardan bahsettim.

Bir şiirimde



Yarebülbül çeşmesinden doldurduğum kabımı
Yaran bilcümle aleme dağıttım sevabına. 

Demiştim.
 
Ustaz bir gün sordu bana
De hele hak nerde dedi
El kaldırdım asumana
Orda değil yerde dedi.  şiirim onunla ilintiliydi.

''Hakikata varmış kişi
Yola gelmezse gelmesin'' şiirim de de onu ima ediyordum..

***-

Almanya'dan Türkiye'ye kesin dönüş yapıp, Sungurlu'ya yerleştikten sonra, yavaş yavaş bağlama çalmayıda, bağlama çalıp deyiş, türkü söylemeyide, şiir yazmayı da yavaş yavaş bıraktı.

Her fırsatta teşvik ediyordum, şaka yollu sitem ediyordum, olmuyor diyordu. Zorlattığım zaman '' Yazmak istediğim, söylemek istediğim her şeyi şiire döktüm, yazdım yeter'' diyordu.

Araştırmacı, yazar, şair Bekir Karadeniz. Zamansız Şiirler kitabında , 104. sayfasında ''Usta'' adında şiirini Yarebülbüle yazmıştı. Kendisine de okumuştu.

Şiir 


Usta

                        
Aşık Yarebülbül’e

  
Yorulmayı anlarım da zamanda
Bırakmak olur mu şiiri usta
Kalır birileri mutlak gümanda
Görürse düşkünce şairi usta

Nice zaman geçti akla karayla
Kim kaldı burada köşkle sarayla
Herşey yerin bulur destur sırayla
Gelince zamanı ahiri usta

Yapraklar savrulur seherde yelle
Bülbül yaşar imiş bir gonca gülle
Deniz dolar coşkun akan her selle
Kurutma içinde nehiri usta

Zaten daha sonraki yıllarda, kısmi felç geçirmişti, dışardan belli olmuyordu ama, tezeneyi rahat tutamadığını, bağlama çalamayacağını söylüyordu.
 

 ***-
Bektaş Ağabeyiden Yazdığım, -1950 1960-1970'li yıllarda Yöremizde Dedelik Yapanlar.
Haydar Ağa – Arif Ağanın amca oğlu
Körkü Dedeleri. Potuk Yusuf Ağa, Nesimi Ağa, Abidin Ağa, Mazin Ağa.
Hacali ağa Dede- Çokurlu (Malatya dan gelme oraya yerleşmiş)
Arap ağa Çokurlu – Köyün babası icazetli imiş. Evladı Resul değil.Dede değil
Çorum Yeni köy den Ali Ağa, Deduva.
Gene Şekerhacı köyünden Deduva 
Zakirler
Yarebülbül
Gök Duran –Mahmatlı mı –Ağcalı mı
Calıbın Mehmet – Sungurlu
Hökeleğin Ali- Çokurlu
Haydar Ali- Çokurlu
Mehmet Kamışlı
Ali Osman- Akpınarlı
Cıncık Hasan- Çokurlu- Yedek
Tahtacı İsmail ( İsmail Şahindokuyucu- Kamışlı
***-

Ölümünün ardından ona yazdığım 2 şiirimi buraya alıyorum
Gitti
Bir güvercin uçtu buluttan yana
Tökezledi önce savruldu gitti
Sol yandan cevheri düşürdü yere
Sağ tarafa boynu devrildi gitti

Dersi nasihati açığa serdi
Hayata sessizce göğsünü gerdi
Kimseye demedi sinede derdi
Kendi yağı ile kavruldu gitti

Aklıyla yön verdi hep imanına
Bilgiyi uydurdu ak vicdanına
Sevgi sıcaklığı yetti canına
Kış günü soğukla yoğruldu gitti

Aşkla dosta vardı sevgi dermeye
Hakikat yolunda Hakka ermeye
Burada başladı  ışık vermeye
Güneşten tarafa çevrildi gitti

Canlılara saygı duydu eğildi
Gürani Doğan'da değerin bildi
Kemikten ettendi zamanı geldi
Çiçek olmak için evrildi gitti

***-

Gel


Başka biçim olsun senin ölümün
Değiştir şu kuralları yık ta gel
Tamamlanmadı ki bizdeki eksik
Perişanız  halimize bak ta gel


İnsan Hakka bağlı Hakta insana
Eyvallahın yoktu bilirim cana
Tarikattan dört kapıdan bu yana
Anlat bize n'olur delil yak ta gel

Neye kızdın neye küstün dünyada
De ki dolandım da geldim rüya da
Ya güneşin ışığıyla gel ya da
Bulutlardan yağmur olup akta gel

Çalıp çağırmıştın almıştır alan
Ruhun eserinde cesettir solan
Durma orda usta devredip dolan
Mezarından çiçek olup çık ta gel

Gürani Doğan'ın Yarebülbül'ü
Arif  kişilere denir mi ölü
Şiirsiz kalmasın bu türkü gölü
Dişlerini ellerini sıkta gel

Aralık 2016
Gürani Doğan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder