26 Aralık 2016 Pazartesi

Aşıklık Geleneği Üzerine Bir Değerlendirme






Aşıklık Geleneği Üzerine Bir Değerlendirme


Aşıklık geleneğinde geçmişe bakılacak olursa, yerel sahanın etkin olduğunu görüyoruz. Yerel saha derken, kültür gelişiminin yerel boyutları göz önüne geliyor. Bu yerel kültür duvarlar arasında kalmayıp, bu alanda taşınan kültür canlı taşıyıcılarla bir yerden bir yere taşınmıştır. Dolayısıyla sesten sese canlı ulaşmıştır. Bu taşıma esnasında insan belleği gündemdedir. Zamanla unutmalar kişiye ve yöreye has eklemler çıkartmalar yaşanmıştır. Bu oluşumun meydana getirdiği çeşitliliğe ise çeşitleme deniliyor. Aynı türkünün ya da aynı oyunun her yörede bilinmesi ama farklı söylenip, farklı oynanması gibi bir görüntü oluşmuştur.

Geçmiş dönemin ozanları, Karacoğlan, Kerem, Aşık Garip gibi yaşadıkları dahi kesin olarak ispat edilemeyen halk dilinde oldukça geniş yer alan aşıklar, gezgin aşıklar olarak bilinir. Gezdikleri saha ise yer adları verilince on ya da on beşin ötesine geçmiyor.

Daha sonraki zamanda Emrah, Seyrani ve bu dönem aşıkları ise kahvelerde, Bey konaklarında çalıp söyleyen aşıklardı. Bu aşıklar, halka ulaşabilen olmalarına rağmen belki daha az gezenler idi.

Günümüze, daha yakın bir zamana göz atarsak Edip Harabi, Sıtkı, Narmanlı Sümmani, Çıldırlı Şenlik gibi Aşıklar tarikatlarda,  dergahlarda bulunarak oraların bilgi ve kültürlerini alarak geliştiriyorlardı, gezdikleri sahalar ise tarikat çerçevesi içinde kalan sahalar idi. Bu ozanları eserleri ise genel olmasa bile özelde bu felsefi konuları içeriyordu.

Cumhuriyet dönemi Aşıkları Aşık Veysel, Ali İzzet, Mahzuni, Reyhani, Hüseyin Çırakman, İsmail İpek, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova gibi Aşıklar ise çağın olanaklarını kullanarak Aşıklık geleneğini devam ettirdiler. Salonlarda teknoloji ile eserlerini halka sundular. Bu aşıklar teknik alanda istedikleri yere seslerini ulaştırabildiler. Bir diğer yanıyla da gezginlik yanını da ihmal etmediler. Daha uzak yerlere ve daha karmaşık kültürlere ulaştılar. Dünyanın bir çok yerlerinde konserler verdiler, farklı eserlerin altına imza attılar. Çıraklık geleneği unutuldu yerine, kaset ve cd lerden dinleyerek yetişme geleneği başladı.

Geçmiş dönemlerde aşıkların çoğunluğu halkın içinde köyden köye dolaşırken, konuk oldukları köy odalarında, cami duvarı dibinde, köy meydanlarında, düğünlerde, muhabbet meclislerinde usta yanında yaşayarak kendilerini geliştirirler. Bazı Aşıklar bu durumlara, tahsilini soranlara “Duvar Dibi” lisesi mezunuyum diye söylüyorlardı. Bu duvar dibi lisesi konumu 1960’lı yıllarda göç ve şehirleşme sürecinde değişime uğradı. Okumuşluk ve tahsil seviyesi yükseldi.

Ozanlık adına şiir yazanlara baktığımız zaman, görülen manzara çok farklı bir içerik taşıyor. Artık ozanlık, saz elinde gezgincilik yapmak yada, sadece çalıp söylemek anlamında algılanmıyor. Halk ozanları ya da şairleri de kendi kulvarları arasında değişime uğradı. Bu değişimi kabullenmek gerekiyor.



Cd’si ile, Televizyon kanallarında yayımlanan klipleri ile, katıldıkları konserler,ve festivaller ile halka kendisini kabul etmiş kişiler vardır. Günümüzdeki kuşaklardan: Nurşani, Dertli Divani, Maksut Feryadi, Kevseri gibi bir çok örnek verebiliriz, eserleri birçok sanatçı tarafından  okunan kişilerdir.

Halk şiirini yazanlar, geçmişte var olduğu gibi günümüzde de varlar. İlla ki, bir çalgı çalması gerekmiyor. Sadece şairlik türünden ozan mahlasıyla şiirler yazabiliyorlar. Bu tür şiir yazanlara bakıldığında, “Duvar Dibi Lisesi” mezunu olmadıkların görüyoruz. Onlarcası yüksek okul mezunu, öğretmen, mimar ve birçok alanda var olan kişilerdir.

Bazıları ise birden fazla dil biliyor. Buna onlarca örnek vermek mümkün. Dolayısıyla bu ozanlık geleneğinin yeni geldiği konumu görmek ve kabullenmek gerekiyor.

Örneklemek gerekirse:

Bekir Karadeniz, Orhan Bahçıvan, Murat Muratoğlu, Rasim Köroğlu, Seyfettin Kaya, Ozan İnci ilk anda akıllara gelenler.

Bir başka yönüyle yazmak gerekirse Lise ve dengi okullarda yetişip bu sahada eser verenler de oldukça fazladır. Yani kısacası artık halk şirini yazanların da belli bir düzeyde eğitim aldıkları görülüyor. Bu şair ya da ozanların çoğu birden fazla dil biliyor hatta üç dil bile bilenlerin varlığını yazmak gerekiyor.

Aşıklıkta usta çırak ilişkisi de zamanla değişime uğradı. Aşıklar gezgin oldukları zamanlarda yanlarında, yetiştirmek için aşıklığa hevesli gençleri gezdirerek onların yetişmesine katkı sağlarlardı. Bir usta aşık yanında yetişen çırak hareketleriyle tavrıyla oturmasıyla kalkmasıyla aşıklığı öğrenmiş oluyordu. Halk geleneğini yaşayarak tanıyordu. Her usta yetiştirdiği çırağına asıl isminden başka, birde mahlas denilen isim veriyordu. Bu gelenek  belli bölgelerde halen vardır.

Bir çok Halk Ozanının dediği gibi Halk oldukça Hal Ozanları da var olacaktır.
Her çağda değişen koşullarda halkın dertlerini, acılarını sevinçlerini şiir olarak yazıp türkü olarak çalıp söyleyeceklerdir. Hemen her konuda yazarak Halk Türkücülerine kaynaklık edeceklerdir. Belki de Aşık Mahzuni ile başlayan öteki ülkelerin dertlerini dünya kamu oyunu ilgilendiren konuları da işleyeceklerdir. Mahzuni Amerika Katil derken Türk milletine Amerika’yı şikayet ediyor, Vietnam’ı da örnekliyordu.

Ulaşım ve teknoloji olanaklarıyla dünya devletleri hakkında bilgi sahibi olunuyorsa, Ozanlarda artık bir ülke Ozanı değil gelecekte dünya ozanı olmalı, bütün halkların sorunları, sevinçleri, ile ilgilenmeli, bütün canlıların, doğanın korunması için çaba harcamalı geleceğe güzel bir dünya bırakmak için Ozanca
katkıda bulunmalılar. 


Gürani Doğan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder