Hikayelerimiz Masallarımız
Benim
kuşağım ve önceki kuşaklarımız, halk
hikayeleri ve masallarla büyüdük. Bazı yerlerde köy odalarında ki toplantılarda
ya da, evlerimizde yaşlılardan bilenlerimiz çok çeşitli hikayeler, masallar
anlatırlardı.
Nasreddin
Hoca fıkralarından, Hz.Ali cenklerinden, Pir Sultan Abdal’dan, Ferhat ile Şirin,
Leyle ile Mecnun hikayesi, Seyfülmülük
masalı gibi bir çoklarını biz gençler heyecan ve ilgiyle dinlerlerdik.
Günümüz kuşağı, telefon ve bilgisayar bağımlısı
olduğundan bunları pek bilmiyorlar.
Bence; Bu hikayelerin ve masalların, hatta
güldürmesine rağmen fıkraların, bir mesajı, bir öğüdü vardı, kötüden,
kötülüklerden uzak durmak, iyi insan olmak, bilgilenmek salık verilirdi, olgun,
kamil, yardım sever, insanları, canlıları sevmek, ahlaklı kişilik sahibi olma öğretilmeye çalışılırdı.
Günümüz kuşağına, anneler, babalar bu nasihatleri
özel olarak anlatıyorlar, bu da bir yöntem.
Bizim kuşağımız ve önceki kuşaklar bunları
masallarla, hikayelerle, anlatının içerisinde gâhi korkarak, gâhi ürpererek
dinliyorduk.
Ahlakımızı, kültürümüzü, terbiyemizi, sevgimizi
hatta kişiliğimizi öyle oluşturduk.
Nasreddin Hoca’mız, Karac’oğlan’ımız, Keloğlan’ımız,
Sarı kızımız, Karagöz ile Hacivat’ımız, Anka kuşumuz, Kaf dağımız ve benzerlerini
gelen nesile aktarmanın yollarını aramalıyız, bulmalıyız.
Hatırlatmak adına, birkaç tanesini kesitlerle, örneklemeye
çalıştım.
Köroğlu’ndan Bir Kesit:
Köroğlu’nun
babası Yusuf’un Getirdiği atı beğenmeyen Bolu Beyi, Yusuf’un gözlerini ateşli
mille kör ederek getirdiği zayıf atın sırtına bindirerek memleketine gönderir.
Yusuf evine gider oğlu Ruşen Ali’ye, bu at belli şartlarda bakıldığında çok iyi
bir at olacağını söyler. Yusuf şartları oğlu Ruşen Ali’ye anlatır.
Babasının
gözlerini Bolu Beyi kör ettiği için, Ruşen Ali’nin adı »Köroğlu« olmuştur, yani
Körün oğlu atı yetiştiren Köroğlu bir gün Babası Yusuf’la beraber Bolu şehri
yakınlarında Çamlıbel’de gecelemek durumunda kalırlar. O gece Yusuf rüya görür,
rüyasında bir aksakallı Pir, bulundukları yerin biraz yakınında bir akar su
var, o sudan içince, elini yüzünü yıkayınca gözlerinin açılacağını ve yiğit
birisi olacağını söyler.
Sabah
olunca oğluna: Git bir bak bu yakında bir yerde su olacakmış nerede? Öğren de
gel, der Köroğlu ata biner gider hemen yakınlarında bir beyaz köpüklü akarsu
görür, suyu görünce, atı durduramaz at gider sudan içer. Köroğlu da nasıl olsa
akarsu babama da yeter herkese yeter diyerek kendiside içer. Gelir babasına
baba buldum suyu buraya yakın der.
Babası
»nasıl bir su?« der Köroğlu »beyaz köpüklü akarsu« der. »içtin mi» der, baba
atı durduramadım. kaçtı içti bende içtim seni götüreyim gel» der.
Babası
»Oğlum o sudan içtiğin için sana kul elinden ölüm yok, artık. Hiç kimseden
korkma, o suda şimdi yok, kaybolmuştur« der.
Köroğlu
»Baba onca su biter mi gel gidelim« der ama babası:
»Yok,
oğlum o su kayboldu » deyince Köroğlu gider bakar ki gerçekten su kurumuş
kaybolmuş.
Söylenceye
göre Bolu Beyi’yle onca maceraları, etrafında ki onca yiğitlerin maceraları
filan derken sonunda, etrafındaki yiğitlerin ölümü filan derken, Köroğlu, Ayvaz
ve hanımları Suriye’ye, Şam’a giderler orada yerleşirler.
Her
gün sabah Ayvaz Köroğlu’nun kahvaltısını odasına götürür, bir gün kahvaltıyı
götürür kapısı açılmaz, bekler biraz gene açılmaz. Sonra gene kapıyı çalar
açılmayınca zorla açar bakar Köroğlu’nun elbiseleri duruyor ama Köroğlu kendisi
yok.
Ahıra
iner bakar, eğeri minderleri duruyor, ama at da yok.
Yani
Köroğlu kaybolur. Bir rivayete göre Kırklara karışmıştır. Mezarı da yoktur.
Kerem ile Aslı'dan kesit
Ünlü
halk hikayesidir;
Kerem
Keşiş kızına aşık olur gizli gizli buluştuklarını Aslı’nın babası Keşiş alır
kızını kaçar, Kerem’de yanına aldığı Sofu adındaki arkadaşıyla peşlerinden o
şehir senin, bu şehir benim dolaşır. Her şehirde Onun söyledikleri türküleri
duyanlar etkilenir, halk onu Hak aşığı mertebesine çıkarırlar.
Bir
Nehirden geçerken arkadaşı Sofu’ya »Yukarı bakma« diyerek dalarlar suya, tam
sudan çıkmalarına bir kaç adım kalmıştır ki, Sofu yukarı kaldırır başını, bakar
ki, suyun altından yürüyorlar. Bunu öğrenince sofu ruhunu Hakka teslim eder,
yani ölür, Kerem’in olağan üstü kişiliğine vakıf olduğu için yaşamı sona erer.
Kerem
Vardığı bir şehirde kahveye varır çalar söyler halk çok beğenir birkaç gün
kalır. Bir gün dişinin ağrıdığını söyler.
Bir
kişi yeni bir komşularının dişçi olduğunu söyler, Kerem’i alır götürür. Kerem
girer ki, peşinden gezdiği Aslı Han’ın annesi dişçi olmuş, ama Kerem’i tanımazlar,
kızına seslenir «Gel, bir müşteri geldi, şunun kafasına dayan yardım et« der.
Aslı gelir oturur. Kerem’in kafasını dizine koyar. Kerem için bulunmaz bir durumdur.
Gözleri Aslı’da dişini çektirir.
Kerem
»O dişim değildi, öteki« der. O dişi çekilir. Kerem »Yok o değildi öteki«
diyerek bütün dişlerini çektirir. En sonunda Kerem, ağzını silmek için cebinden
mendilini çıkarır ağzını siler, çekilen dişlerini gene ağzına alır ve bütün
dişler kendiliğinden yerlerine gene takılır, Aslı bakar ki mendil kendisinin Kerem’e
verdiği mendil. Annesine, »Anne bu Kerem, bu mendil benim ona zamanında
verdiğim mendil« deyince, Kerem’i dışarı kovarlar. O şehirden de kaçarlar.
Kerem peşlerinden aramaya devam eder hikaye öyle sürer gider…
Arzu ile Kamber'den kesit
Kamber
ihtiyar annesinden izin alır gurbete gider, günlerce gittikten sonra varır bir
uzak şehre, bir kenarda garip garip dururken, bir kişi yanına gelip, kim olduğunu
ne aradığını sorar. Kamber iş aradığını, söyler, adam »Gel seni ağama götüreyim
sana iş verir« der. Giderler zengin bir ağanın yanında Kamber çalışmaya başlar,
kendisini sevdirir. Yıllarca orada çalışır. Bir gün kendisini oraya götüren
adama, »Benim bir İhtiyar Annem vardı onu çok özledim izin isteyeceğim
gideceğim« der.
Adam
»ağaya git, izin iste para verirse, ben para değil, Allah’ın emriyle kızını
istiyorum de« der. Kamber öyle yapar, ağa kızını ahlakını terbiyesini beğendiği
Kamber’e verir ve bir kaç deve yükü mal da beraber verir, yola çıkan Arzu ve
Kamber bir iki gün yoldan sonra bir şehre gelirler. Kamber Arzu’ya« Sen burada
dur ben gidip biraz yiyecek getireyim« der. Gider. O sırada şehrin beyi oradan
geçerken yabancı bir kadını yalnız başına görünce varır sorar. «Kimsin necisin«
deyince, Beyi çok yakışıklı bulan ona aşık olan Arzu, »Beni bir adam zorla
kaçırdı memleketine götürüyor« deyince bey yardım etmek için alır evine götürür
Kamberi’ de buldurur getirir mallara el koyar,
Arzu’yu kendine eş olarak alır.
Adamlarını
toplar Kambere verilecek cezayı sorar. Herkes bir şey der. Ama Arzu, onun
cezasını ben söyleyim der. Bunu bir torbaya koyup asalım aç susuz koyalım,
altında o ölünceye kadar biz eğlence yapalım.«
Bunu
uygun bulan bey öyle yapar, Kamber 40 gün sonra, eğilemez bir halde cansız
kalır. Götürürler teneşire koyarlar.
Tellallar
çağırılır »Bir garip öldü cenaze namazı kılınacak, sevabını almak isteyenler
gelebilir« Kamberi ilk bulup beyine götüren Arzu’yu almasına aracı olan şahıs
kervanla oradan geçerken, bunu duyar varır, bakar ki teneşirde büzülmüş bir
kişi. Oradakilere, sizde böyle mi olur cenaze, bu ne biçim iş diye bağırınca,
musalla taşındaki Kamber: Sesi tanır, oturur vaziyete gelir, adama kendisini
tanıtır ve Arzu’yu şikayet eder, durumu anlatır geri teneşire uzanır. Kollarını
yanına koyar ölür. Defnederler. Adam gider durumu Arzu’nun babası olan ağasına
anlatır. Ağa emir verir, »Gidin Arzu’yu bulun getirin gelmezse zorla getirin.«
Gidip
getirirler, Arzu’nun gözlerini kör eder, sokağa bırakır. Herkes vurur, yüzüne
tükürür, yiyecek dilenir. Yıllarca böyle sürer.
Arzu
bir gün bir adama yalvarır yakarır kendisini istediği yere götürmesini ister,
adam olur der. İstediği yer Kamberin mezarıdır. Varırlar Kamber’in yattığı mezarlığa,
Arzu Kamber diye seslenir, Kamber ses verir, Arzu gözleri görmediği için sese,
oraya varır, orda »Kamber« der, Kamber başka yerden ses verir, oraya varır
orda, Kamber der, Kamber başka yerden ses verir, öyle bir zaman orada
yaşar. En sonunda Kamber »Gel« der.
Mezar açılır. Arzu varıp girer. Aynı mezarda yatarlar.
Keloğlan Masalı
Acayiple
Garaip
Keloğlan
Evlenme yaşına geldiğinde, Padişahın kızını görür ve ona aşık olur. Annesine
gelip, »Git bana padişahın kızını iste ben onu seviyorum« der.
Annesi
»Olmaz, bizim gibi bir yoksula senin gibi Keloğlan’a koskoca Padişah kızını
vermez« dediyse de dinletemez. Keloğlan
zorlatınca annesi mecburen gidip Padişahın kızını ister. Padişah »Olmaz« demez. İşi zora koşmak için bir yol düşünür
ve der ki: »Eğer Keloğlan bana Acayip ile Garabeti getirirse ona kızımı veririm«
der.
Annesi
gelip Keloğlan durumu anlatınca, Keloğlan »Anne bunlar nedir ben nerde bulurum«
der Annesi »oğlum bunları ben bilmem, bunu bilse bilse Komşu köydeki cinci hoca
bilir« der. Keloğlan »Anne ben o cinci hocaya gidiyorum« der. Keloğlan varır
cinci hocaya durumu anlatır. Hoca, «Keloğlan sen bir yıl bende ders alman lazım
ki öğrenebilesin« deyince Keloğlan aşkı uğruna kabul eder. Anlaşırlar. Keloğlan
öğrenecek gidecek borcunu getirecek.
Bir
yıl sonra Keloğlan gizli ilimleri öğrenir gider. Ardan bir zaman geçer Keloğlan
borcunu getirmez. Hoca kızar.
»Eh
Keloğlan bir gün elime düşersin« der.
Keloğlan
bir daha Padişahın kızını isteyecek ama biraz para kazanması lazım, Hocadan
öğrendiği tılsımlara güvenip, annesine der ki: »Anne ben bir at olayım sen beni
pazarda sat, ama sakın yularımı (İpimi)verme« der.
Öyle
de olur. Keloğlan at olur. Satılır gider. Bir zaman sonra kaybolup geri gelir.
Bu sefer Annesi onu, deve olarak satar. Yularını vermez. Keloğlan, bir gün
sonra geri insan olup gelir. Annesi onu eşek olarak satar. O geri gelir. Koyun
olarak satılırken Hoca görür, anlar durumu, varıp müşteri olur. Annesine
istediği parayı verir ama hemen yularına sarılır. Annesi olmaz filan dediyse de
»Aman kadınana ben nasıl eve götürürüm, nasıl bağlarım« diye yularını vermez.
»Ee
Keloğlan, elime düştün, sen benim paramı
vermemiştin« diyerek eve götürür. Hocanın kızı gelir.
Hoca
»Kızım şu bıçağı getir, şu koyunu keselim« der. Kızı anlar Keloğlan olduğunu,
gider az sonra »bıçak yok« diye geri gelir. Hoca »Sen tut bunu ben bulup getireyim«
diye koyun olan Keloğlan’ın ipini kızına verir. Az sonra Hoca elinde bıçakla
görününce, Keloğlan kızı İteleyip devirir ve kaçar. Hoca bakar ki Keloğlan
koyun olarak kaçıyor. Hoca’da bir kurt olur peşine düşer. Keloğlan bakar ki
Hoca kurt olarak geliyor. Bu bir tavşan olur daha hızlı koşar. Hoca bakar ki
Keloğlan bir Tavşan olarak kaçıyor. Hoca bir tazı olur, tam padişahın sarayının
orada Keloğlan bir top çiçek olup Padişahın Masasına tam da önüne düşer,
Padişah bütün Vezirleriyle toplantıdadır, »Allah bana bir demet çiçek gönderdi
diye sevinir.
Hoca
bakar ki Keloğlan çiçek olup Padişahın elinde, gider, bir Saz alıp Aşık olarak,
»iyi saz çalarım, iyi söylerim« diye gelir padişahın sarayına. Padişaha saz
çalıp söyler. Padişah beğenir para verir, ama o kabul etmez »Yok Padişahım şu bir demet çiçeği verirsen
yeter« der. Padişah »Olmaz« derse de vezirleri »Aman Padişahım, Allah sana gene
gönderir« diyerek Padişahı razı ederler.
Keloğlan
bakar ki gene Hoca’nın eline geçiyor, orada darı olur yere saçılır. Hoca hemen
Bir tavuk olur yanında yavrularıyla darıları toplamaya başlarlar. Bir tane darı
Padişahın oturduğu yerin altına kaçmış onu da yerlerse Keloğlan yok oluyor,
hemen Keloğlan bir tilki olup tavuk olan Hocanın üzerine çöker ve Hocayı boğup
öldürür. Olanı biteni şaşkınlık içinde Vezirleriyle seyreden Padişahın yanına
varıp, Keloğlan insan kılığında »Padişahım işte Acayip ile Garabeti gösterdim
sana« diyerek padişahtan kızını ister.
Padişahta
»Evet ben bunu söylemiştim« diyerek sözünü hatırlar ve sözünde durur kızını
Keloğlan’a verir düğünlerini de yapar. Keloğlan’ı kızıyla evlendirir.
Onlar
ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Bir Masal Örneği
Ev
sahibi adam birkaç günlüğüne şehre gidince evine bir misafir gelir. Evin genç
kızı adamı yakışıklı bulur ve kendi kendisine hayallere dalar, »Ben bununla
evlensem, çocuğumuz olsa ben suya gitsem çocuğum ardım sıra gelir ben gelme
diye kızsam, çocuk kaçıp bir dala çıksa ben gene kızınca çocuk daldan düşer
ölür... Gibi düşünür ve başlar ağlamaya. Annesi gelir, bakar kızı ağlıyor,
sorar:
Neden
ağlıyorsun? Kızı anlatır; ben bu adamla evlensem, çocuğumuz olsa, büyüse daldan
düşüp ölse sen ağlamaz mısın? Senin
torunun o, ağlarsın değil mi?. Annesi de başlar ağlamaya. Misafir olan
adam sesleri duyar, gelip sorar »hayır ola neden ağlıyorsunuz?«
Ona
da anlatırlar. »Senin çocuğun sen ağlamaz mısın?« Adam bakar bunlar akıllı
değiller.«Evet tabi ağlarım« diyerek ağlar. Ertesi gün olur, adam der ki;
»Çocuğumuz öldü, onun için yemek yedirmemiz lazım« diyerek ahırdaki öküzün
birini keserler yerler.
Ev
sahibi adam gelir, durumu öğrenir, kızar, bağırır çağırır, çıkar evden gider.
Giderken, karısı kızı nereye gidiyorsun diyerek yoluna çıkarlar. Adam »
Gidiyorum gurbete, sizden daha aptalını bulamazsam eğer gelip sizi öldüreceğim«
deyip çeker gider.
Gider
gider, bir köyün içinden hırslı hırslı geçerken, bir kadın bunu görür, dur hele
kardeş neden böyle hızlı hızlı gidiyorsun? Nerden gelip nere? Gidiyorsun?
Deyince adam o kızgınlıkla.
«Cehennemden
geliyorum, elinin körüne gidiyorum«
Deyince
kadın «Benim oğlumda öldü, orada mı? Nasıl? Tanıyor musun?« Adam bakar saf bir
kadın, durur, »Tanıyorum oğlunu, hiç iyi değil, aç açık, parası yok pulu yok«
deyince, kadın »Aman kardeş biraz dur, para vereyim, giyecek vereyim, oğluma
götür« deyince, adam durur »getir ben oğluna götürürüm« der. Kadın büyük bir
torba ile birçok elbise, yiyecek, para getirir altınlarını verir. Adam torbayı
alır gider. Az sonra kadının kocası gelir, kadın olanı biteni anlatır kocasına,
kocası kızar, hiç cehennemden adam mı gelir, diye kızar, ne tarafa gitti der,
atına biner çıkar.
Öteki
biraz sonra bakar ki bir atlı geliyor anlar hemen torbayı oraya bir yere
saklar, ihtiyar adam taklidi yaparak yürür, atlı gelir, »Buradan elinde
torbayla bir adam geçti mi» diye sorar. Oda »evet gördüm bak ta orada karşı
dağda kayboluyor« der uzaktan bir karaltı gösterir.
Atlı
»Dur ben onu yakalayayım« der. Tam gidecek öteki: »Dur, sen nasıl yetişeceksin
ona?« Atlı »at ile »öteki« Atının dört ayağı var bir, iki, üç, dört, ama onun
iki ayağı var bir ki bir ki sizden daha hızlı, sende onun gibi yürüyerek ona
ancak yetişirsin« deyince atlı »o zaman bu at burada dursun ben ona yetişeyim«
diyerek atı orada bırakır.
Bizimki
ata biner geri gidip torbasını alır, yola düşer, giderken bir çiftçi görür,
varır yanına adam yemek yiyor, beraber yerler, çiftçiye »Bu pilav çok güzel,
bana bu pilavdan çokça yaptır getir, sana çok para vereyim« der çiftçi« Olur,
ben gidip yaptırıp getireyim« diyerek, eve gider. Bizimki Öküzleri çözer alır
önüne doğru evine birçok elbise, altın, para, bir at, bir çift öküz, karısına ve kızına« Sizden daha aptalı salağı
çok varmış sizi öldürmeyeceğim« diyerek yaşamaya devam eder.
Okuyan herkese sevgi ve saygılar.
Gürani Doğan
14 Mart 2018