5 Mart 2016 Cumartesi

Aşıklık Geleneği Üzerine Bir Değerlendirme



Aşıklık Geleneği Üzerine Bir Değerlendirme


Aşıklık geleneğinde geçmişe bakılacak olursa, yerel sahanın etkin olduğunu görüyoruz. Yerel saha derken, kültür gelişiminin yerel boyutları göz önüne geliyor. Bu yerel kültür duvarlar arasında kalmayıp, bu alanda taşınan kültür canlı taşıyıcılarla bir yerden bir yere taşınmıştır. Dolayısıyla sesten sese canlı ulaşmıştır. Bu taşıma esnasında insan belleği gündemdedir. Zamanla unutmalar kişiye ve yöreye has eklemler çıkartmalar yaşanmıştır. Bu oluşumun meydana getirdiği çeşitliliğe ise çeşitleme deniliyor. Aynı türkünün ya da aynı oyunun her yörede bilinmesi ama farklı söylenip, farklı oynanması gibi bir görüntü oluşmuştur.

Geçmiş dönemin ozanları, Karacoğlan, Kerem, Aşık Garip gibi yaşadıkları dahi kesin olarak ispat edilemeyen halk dilinde oldukça geniş yer alan aşıklar, gezgin aşıklar olarak bilinir. Gezdikleri saha ise yer adları verilince on ya da on beşin ötesine geçmiyor.

Daha sonraki zamanda Emrah, Seyrani ve bu dönem aşıkları ise kahvelerde, Bey konaklarında çalıp söyleyen aşıklardı. Bu aşıklar, halka ulaşabilen olmalarına rağmen belki daha az gezenler idi.

Günümüze, daha yakın bir zamana göz atarsak Edip Harabi, Sıtkı, Narmanlı Sümmani, Çıldırlı Şenlik gibi Aşıklar tarikatlarda, dergahlarda bulunarak oraların bilgi ve kültürlerini alarak geliştiriyorlardı, gezdikleri sahalar ise tarikat çerçevesi içinde kalan sahalar idi. Bu ozanları eserleri ise genel olmasa bile özelde bu felsefi konuları içeriyordu.

Cumhuriyet dönemi Aşıkları Aşık Veysel, Ali İzzet, Mahzuni, Reyhani, Hüseyin Çırakman, İsmail İpek, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova gibi Aşıklar ise çağın olanaklarını kullanarak Aşıklık geleneğini devam ettirdiler. Salonlarda teknoloji ile eserlerini halka sundular. Bu aşıklar teknik alanda istedikleri yere seslerini ulaştırabildiler. Bir diğer yanıyla da gezginlik yanını da ihmal etmediler. Daha uzak yerlere ve daha karmaşık kültürlere ulaştılar. Dünyanın bir çok yerlerinde konserler verdiler, farklı eserlerin altına imza attılar. Çıraklık geleneği unutuldu yerine, kaset ve cd lerden dinleyerek yetişme geleneği başladı.

Geçmiş dönemlerde aşıkların çoğunluğu halkın içinde köyden köye dolaşırken, konuk oldukları köy odalarında, cami duvarı dibinde, köy meydanlarında, düğünlerde, muhabbet meclislerinde usta yanında yaşayarak kendilerini geliştirirler. Bazı Aşıklar bu durumlara, tahsilini soranlara “Duvar Dibi” lisesi mezunuyum diye söylüyorlardı. Bu duvar dibi lisesi konumu 1960’lı yıllarda göç ve şehirleşme sürecinde değişime uğradı. Okumuşluk ve tahsil seviyesi yükseldi.

Ozanlık adına şiir yazanlara baktığımız zaman, görülen manzara çok farklı bir içerik taşıyor. Artık ozanlık, saz elinde gezgincilik yapmak ya da, sadece çalıp söylemek anlamında algılanmıyor. Halk ozanları ya da şairleri de kendi kulvarları arasında değişime uğradı. Bu değişimi kabullenmek gerekiyor.



Cd’si ile, Televizyon kanallarında yayımlanan klipleri ile, katıldıkları konserler, ve festivaller ile halka kendisini kabul etmiş kişiler vardır. Günümüzdeki kuşaklardan: Nurşani, Dertli Divani, Maksut Feryadi, Kevseri gibi birçok örnek verebiliriz, eserleri birçok sanatçı tarafından okunan kişilerdir.

Halk şiirini yazanlar, geçmişte var olduğu gibi günümüzde de varlar. İlla ki, bir çalgı çalması gerekmiyor. Sadece şairlik türünden ozan mahlasıyla şiirler yazabiliyorlar. Bu tür şiir yazanlara bakıldığında, “Duvar Dibi Lisesi” mezunu olmadıkların görüyoruz. Onlarcası yüksek okul mezunu, öğretmen, mimar ve birçok alanda var olan kişilerdir.

Bazıları ise birden fazla dil biliyor. Buna onlarca örnek vermek mümkün. Dolayısıyla bu ozanlık geleneğinin yeni geldiği konumu görmek ve kabullenmek gerekiyor.

Örneklemek gerekirse:

Bekir Karadeniz, Orhan Bahçıvan, Murat Muratoğlu, Rasim Köroğlu, Seyfettin Kaya, Ozan İnci ilk anda akıllara gelenler.

Bir başka yönüyle yazmak gerekirse Lise ve dengi okullarda yetişip bu sahada eser verenler de oldukça fazladır. Yani kısacası artık halk şirini yazanların da belli bir düzeyde eğitim aldıkları görülüyor. Bu şair ya da ozanların çoğu birden fazla dil biliyor hatta üç dil bile bilenlerin varlığını yazmak gerekiyor.

Aşıklıkta usta çırak ilişkisi de zamanla değişime uğradı. Aşıklar gezgin oldukları zamanlarda yanlarında, yetiştirmek için aşıklığa hevesli gençleri gezdirerek onların yetişmesine katkı sağlarlardı. Bir usta aşık yanında yetişen çırak hareketleriyle tavrıyla oturmasıyla kalkmasıyla aşıklığı öğrenmiş oluyordu. Halk geleneğini yaşayarak tanıyordu. Her usta yetiştirdiği çırağına asıl isminden başka, birde mahlas denilen isim veriyordu. Bu gelenek belli bölgelerde halen vardır.

Birçok Halk Ozanının dediği gibi Halk oldukça Hal Ozanları da var olacaktır.
Her çağda değişen koşullarda halkın dertlerini, acılarını sevinçlerini şiir olarak yazıp türkü olarak çalıp söyleyeceklerdir. Hemen her konuda yazarak Halk Türkücülerine kaynaklık edeceklerdir. Belki de Aşık Mahzuni ile başlayan öteki ülkelerin dertlerini dünya kamu oyunu ilgilendiren konuları da işleyeceklerdir. Mahzuni Amerika Katil derken Türk milletine Amerika’yı şikayet ediyor, Vietnam’ı da örnekliyordu.

Ulaşım ve teknoloji olanaklarıyla dünya devletleri hakkında bilgi sahibi olunuyorsa, Ozanlarda artık bir ülke Ozanı değil gelecekte dünya ozanı olmalı, bütün halkların sorunları, sevinçleri, ile ilgilenmeli, bütün canlıların, doğanın korunması için çaba harcamalı geleceğe güzel bir dünya bırakmak için Ozanca
katkıda bulunmalılar.
 

 Gürani Doğan

Gürani DoğanGürani Doğan

2 Mart 2016 Çarşamba

Abidin Ağa. Çağşaklı-





Abidin Ağa

Abidin ağa Ölümü: 1320-1330 yılları arası ölmüştür

Çorum’a bağlı Çağşak köyündendir, mezarı, Çağşak köyü ile komşu Yeniköy arasında yüksek ormanlık bir yerdedir, türbe yapıldı çevre köylerden ziyaretçiler geliyor. Yöre köylerinde Kerametleri anlatılır.

***

Anneannem Firdevs'in doğduğu gün Abidin Ağa bizim evimizde imiş, bir kaç gün kalırmış. Firdevs doğunca: Abidin Ağaya <Hasan'ın çocuğu olmuyordu bir kızı oldu, adını sen koy> demişler.
Abidin Ağa < Biraz durun ben ona bir ad getireyim> demiş. Az sonra <Şöylecane de bir Firdevs yetişsin burada> demiş. Daha sonra da hiç gelmemiş.


Tütün sarar sigara içermiş.

Günümüzde onun olduğuna inanılan uzunca bir sigara ağızlığı hala türbesinde durur.
Ziyaretçiler o ağızlığa sigara takarak içerler.

Anlatılan o ki:

Abidin Ağa heybesinde kaçak tütün ile giderken Kolcular ( O zamanın korucuları, gezen muhafızlar) yakalarlar. '' Heybedeki nedir'' derler. Abidin Ağa ''Buğdaydır'' der.

Kolcular bakarlar gerçekten buğday. Tabii bu Abidin Ağa'nın kerametidir. heybe de aslında kaçak tütün vardır. ( Bu değişik kişilerce değişik versiyonda anlatılır.)

Bir anısını şöyle anlatırlar:

Sungurlu ’da Zilelinin Satı adında ona çok bağlı bir kadın vardır, oraya çok gelirmiş. Bir defasında, otururken Usandığı için Satı kadına »Oğul Satı karı Buranın hiç tadı yok birkaç kişi gelse yiyecek içecek gibi hizmetleri yapabilir misin« der. Satı kadın »Abidin Ağa senin çağıracağın kişiler benim başımın tacıdır« deyince Abidin Ağa kapının önüne çıkar, zaman akşamüzeridir ve çağırır. Sarım bey köyünden Deli Boran, İmat köyünden Aşık Mehmet, Yazır köyünden, Sefil Ali, Elmalı’ Abdal Ali, Yamadı köyünden Aşık Ahmet. Ben Sungurlu’da Zileli’nin Satı’nın evindeyim oraya gelin. Diye bağırır. Biraz sonra Saz çalan saz ile saz çalamayan sazsız Satı kadının kapısını çalan gelir.

Satı kadın sofra serer, dem içilir muhabbet edilir. Bir ara Elmalılı Abdal Ali’ye Abidin Ağa sorar. Aşık hiç başka dona girdin mi? Abdal Ali Eyvallah Sultanım, girdim.

Abidin Ağa, Anlat bakalım nasıl oldu? Abdal Ali anlatır.

At donunda idim Üç yaşıma girdiğimde sahibimin oğlu bana bindi cirit oyununa girdi, ben sahibime vurdurmamak için bir koşuyorum ama. Bir de baktım batın ilmindeki ağa karşıdan bana bakıyor. Bana – Aşık şu haline bakıyor musun, diye bağırınca, ben, ağam medet mürvet, dedim ayağına niyaz ettim. Bir tökezledim düştüm, ruhum çıktı at ceset olarak kaldı orda. Sahibim indi, ah-u vah ederek ağlamaya başladı. Abidin Ağa - Doğru söylüyorsun oğul, doğru söylüyorsun, diye kafasını sallıyormuş.


Yeniköyköy’de Cem

Çorum’a bağlı Yeniköy’de cem yapılacak Yeniköy de ki dedeler. - Abidin Ağa’yı çağırmayalım, istediğimiz gibi muhabbet edip cemi istediğimiz gibi yürütelim- diye düşünürler ve köyü gezen haberciye – Peyike: Abidin Ağa’ya uğrama – derler.

Cem başlar kurbanlar tek birlenirken Abidin Ağa gelir. Post dedesi kalkar yerini Abidin Ağa’ya verir ama Abidin Ağa kabul etmez: Ben bu gün işinize karışmayacağım, siz istediğiniz gibi yürütün, sohbetinizi istediğiniz gibi yapın, diyerek, posta oturmaz sıraya oturur.

Hizmetler bitmiş eksiğe noksana dua edilecektir tam burada Abidin Ağa, bu duayı da ben yapayım der. Ve Herkes secdeye gelsin kimse yukarı bakmasın diyerek duaya başlar. Bir kadın dua uzadı diyerek kafasını kaldırır, bayılır yana devrilir. Yanında ki kadınlar haber ederler, kadını alıp öteki odaya götürürler. Abidin Ağa gelir ovar. Kadın kendisine gelir. Abidin Ağa: Oğul sana denmedi mi ki secdeye gelin, başınızı kaldırmayın. Sonradan kadına sorarlar: Ne oldu da bayıldın? Kadın Dua uzayınca Abdin Ağa ne yapıyor diye başımı kaldırdım, cemaatin üzerinde bir yeşil el dolaşıyordu tam benim üzerimden geçince ben bayıldım düştüm. Diye söyler.


Sarkis Zeki’nin Eşi Meryem

Sungurlu’da Ermeni vatandaşı olan Serkis’in karısı Meryem hastalanır. Komşuları gelir, Meryem ağır hasta yatıyor, kimileri der ki; Siz Abidin Ağa diye dua eder, ondan yardım isterdiniz, gelsin Meryem’i kurtarsın. Serkis: Ben Abidin Ağa’ya çağırayım, diyerek, dışarı çıkar. Kapının önünde seslice; Abidin Ağa Meryem ağır hasta gel. Diyerek içeri girer. Abidin Ağa o anda evinde oturmuş istirahat etmektedir, birden, kalkar oğul şu ayakkabılarımı verin Meryem hasta imiş. Gideyim, diyerek yola çıkar. Aradan bir saat kadar zaman geçer. Komşular sorar; Abidin Ağa gelemedi diye dalga geçerler. Serkis; Ben bir bakayım. Diyerek dışarı çıkar. Serkis kapıyı içten açar, Abidin Ağa da dışardan açar. Serkis; Abidin Ağa yolda senin ayağına batan o çam benim gözüme batsaydı, deyince, Abidin Ağa, uzun sigara ağızlığını uzatarak; Oğul şöylece beni geçtin, der.

Abidin Ağa gelir, hasta yatan Meryem’in başına, oğul kalk ta bize bir kahve yap. Diyerek oturur. Az sonra Meryem gözlerini açar; Abidin Ağa mı geldi? Kalkayım da bir kahve yapayım diyerek kalkar Abidin Ağa’nın elini öper, gider kahve yapar getirir. Meryem iyileşmiştir.


Hasan Hüseyin Pehlivan

Kemallı Köyü, Sungurlu'nun bir köyüdür. Yörede herkes Abidin Ağa’nın kerametlerine ilişkin bir şeyler anlatırdı birbirine.

Abidin Ağa, akrabalık düzeyini tam çıkaramadığımız bir nedenle Kemallı köyünden Ayşe’ye »baldız« derdi. Gerçekten baldızı olup olmadığına ilişkin de bir ipucu elde etmek olanaklı olmadı. Abidin Ağa, Hasan Hüseyin adlı küçük çocuğun ölümünden dolayı üzüntülü olan Bektaş’a »Ne üzülüyorsun, aha bir Hasan Hüseyin daha var« diyerek Bektaş’ın karısı Ayşe’nin karnına parmağını dokundu. Daha bir an öncesine dek ağlayan Ayşe, bunu duyunca tüm üzüntüsünü unuttu. Herkes gibi o da, Divane Abidin Ağa’nın dediğinin doğruluğuna inanıyordu. Gerçekten de bir süre sonra, sırtında bir parmak izini andıran, beyazımsı, garip bir çukurluk olan bir oğlan çocuğu dünyaya geldi. Bu çukurluk Abidin Ağa’nın dokunmasına yorumlandı ve çocuğun adına Hasan Hüseyin kondu.

Sağlıklı ve gürbüz bir çocuk olarak büyüyen Hasan Hüseyin 16 yaşına gelince boylu boslu, dikkat çeken bir delikanlı oldu.

Yaklaşık bu dönemlerde, Keller köyünde düğün bir vardı. Oyunlar oynanmış, halaylar çekilmiş, at yarışları yapılmış, sıra güreşe gelmişti.

Kimsenin yenemediği yörenin ünlü pehlivanı Sadullah da meydandaydı ve gene kimse yenememişti. Köylülerden bazıları, aynı meydanda ama kendi yaşıtlarından birkaç kişiyi yenen Hasan Hüseyin’i Sadullah Pehlivanla güreş tutmaya zorlamaktaydı.

Sadullah Pehlivanı tanıyan, bilen Hasan Hüseyin, ne kadar direndiyse de başka çaresi kalmayınca razı oldu. Ancak Sadullah Pehlivanla güreş tutan Hasan Hüseyin belli bir uğraşıdan sonra galip geldi. Oldukça beklenmedik ve şaşırtıcı bir durumdu bu. Ancak bir yandan da herkes Hasan Hüseyin’i konuşur olmuştu.

Aradan geçen yaklaşık bir ay sonra yenilgiyi kabullenemeyen, Sadullah Pehlivan, davul zurna eşliğinde gelip Hasan Hüseyin’le güreşmek istediğini belirtti. Köylünün isteğiyle de çakışan bu durum sonunda yeniden güreş kararı alındı. Herkes merakla kimin yeneceğini konuşup duruyordu.

Yine, zorlu bir güreşten sonra, Hasan Hüseyin Sadullah Pehlivanı yendi. Bunun üzerine Sadullah Pehlivan kalkıp önce kutlayarak, sonra da yörenin başpehlivanının bundan böyle Hasan Hüseyin olduğunu ilan etti.

* * *

Sungurlu’da o yıl kuraklık olur marttan mayıs ayına kadar yağmur yağmaz Sungurlu’nun halkı kaymakama varıp yağmur duasına çıkmak istediklerini söyler.

Kaymakam da kabul eder Sungurlu’nun pazarı olan günde tellallar çağırır. »Haftaya pazar günü yağmur duasına çıkılacak. Kaymakam, Müftü ile konuşur, develer tosunlar kesilecek, önemli kişilere davetiye gönderilir.

Abidin Ağa Sungurlu da her zaman geldiği yer olan Zilelinin Satı'nın evine gelir.

Komşuları her zaman gelen bu divane adamı Zilelinin Satıdan duydukları kadarı ile bilirler. Gidip Kaymakama »Mahallemizde Zilelinin Satıya bazen bazen bir Divane adam gelir. Satı karı bunun kerametinden duasından bazen bahseder bunu da yağmur duasına çağırmanızı istiyoruz derler.

Kaymakam Adam gönderir, »kimdir necidir bulun getirin der. Ama Abidin Ağa devlet kapısından devlet adamlarından korkan birisiymiş. Gelmek istemese de, adamlar Abidin Ağa’yı alır getirir. Kaymakam durumu anlatır. Yağmur duasına çıkacağız sende gel bulun sana elbise alırım filan derse de. Abidin Ağa ».öyle deyim mi şöyle deyim mi kelimelerini çok kullanırmış. Kaymakama »Beni bırak öyle deyim mi, ben o güne burada olmam öyle deyim mi, ben bugün dua edem öyle deyim mi, ben gideyim öyle deyim mi. Ben elbise istemem bana bol sigara ver öyle deyim mi. deyince.

Kaymakam »Hadi git bugün yağmur yağdır sana elbise alırım neler alırım, diyerek gönderir. Abidin Ağa o günün geleneği etek gibi uzun elbise giyermiş. Abidin Ağa varır Zilelinin Satı’ya »Satı bacı ben gidiyorum, biraz sonra bulutlar çıkar, havada kavga ederlerse, kaymakama haber et dağlarda mal, davar kalmasın büyük afet olacak toplasınlar der.

Abidin Ağa Budaközü’ne doğru gider. Biraz sonra bulutlar çıkar. Komşusu Zilelinin Satıya haber eder, Satı kadın kaymakama koşar. »Kaymakam Bey Abidin Ağa bana, ben gidiyorum bulutlar çıkınca kaymakama haber et, dağda kimse kalmasın toplasın afet olacak dedi. Deyince Kaymakam dışarı çıkar bir bakar bulutlar gökyüzünde çoğalıyor tellallar çağırtıp dağda herkes getirilsin kimse dağda kalmasın, herkes gitsin dağda kimi varsa getirsin diye. Biraz sonra gerçekten bir bardaktan boşalır gibi yağmur yağar. Yağmur epeyce yağınca biraz diner gibi olduğunda kaymakam adamlarına emir verir. »Böyle bir adamı nasıl bırakırım diyerek, Abidin Ağa’yı tarif eder. Zilelinin Satı’yı çağırtır. Adamlarına Abidin Ağa’yı bulmalarını emir eder. Adamlar ararlar Sungurlu’nun çok yukarısında Budaközü’nün ortasında Abidin Ağa bağdaş kurmuş oturmuş. Sel birkaç metre kalarak ikiye ayrılıyor, Abidin Ağa’nın yanından geçince geri birleşiyor. Adamlar alır getirirler Abidin Ağa’yı Kaymakama.

Kaymakam develer koçlar kesmekten kurtulmuştur sevinir Abidin Ağa’ya elbise alır bol bol sigara verir gönderir. Abidin Ağa Devlet adamlarından korktuğu için ardına bile bakmadan doğru köyü Çağşak’a gider.


Abidin Ağa Duası[1]

Dedem ile amcam tarlada çift sürüyorlarmış Emmim demiş ki: ağabeyi, bak Abidin ağa geliyor, dua ettirelim de ekinimiz bol olsun der. Dedem varır. Abidin Ağanın elini öper. Dede Kurban olduğum bir dua et de nasibimiz bol olsun ekinimiz iyi olsun, der.

Abidin Ağa: Ağzını yediğim ekininiz elindeki üvendere gibi uzun olsun bol olsun, da yağmur geliyor tez eve gidin, der. Dedem: Eyvallah dede der.

Abidin ağa gider. Dedem de varır emmime; Halil Abidin ağa dua etti de, yağmur geliyor tez eve gidin dedi gidelim der. Emmim: Hava çok açık bir yerde yağmur yok.
Dedem: Yahu Halil gidin dedi gideceğiz.

Öküzleri bırakmışlar. Köye doğru yola düşmüşler, Yarı yola varmadan bir yağmur, bir sel kendilerini zor kurtarmışlar.

O sene kumlu o tarlada bir ekin olmuş, »Tırpana zor kestirdik derdi dedem.

***

Abidin Ağa bir gün[2] köylülerin toplandığı anda » Ben birkaç gün sonra yatacağım ve bir daha kalkamayacak ve öleceğim. Sen suyumu getir sen yıka sen kefenle sen namazımı kıldır, Musa Ağa diye birine de, sende camızları (Mandaları) kağnıya koş benim cenazemi kağnının üzerine koyun, mandalar nerde durursa beni oraya defnedin. Diye söyler.

Birkaç gün sonra Abidin Ağa ölür. Dediklerini yapar Camız kağnısına Abidin Ağa’nın cenazesini koyarlar Camızları serbest bırakırlar. Camızlar hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir tarafa yönelir, ormana girer tepeye doğru yönelirler. Kimi yerlerde ağaç devirerek, kimi yerlerde bayırdan dolayı, diz üzerlerine gelerek, köyün üstündeki tepeye gelir durur. Abidin Ağa’yı oraya defnederler.

Çağşak a komşu olan Dağkozlusu köyünden bir kaç kişi kış günü ava çıkıyorlar. Tavşan avlamak için Abidin Ağa’nın mezarının olduğu yere kadar gelirler bir av bulamazlar. İçlerinden biri varıp Abidin Ağa’nın mezarını ziyaret eder »Bana birkaç tavşan av nasip eyle« der.

 Öteki birisi varıp Abidin Ağa’nın mezarına tekmeleyerek, öteki arkadaşına: Bu Kızılbaşın dirilerinden ne fayda gördün ki ölülerinden hayır bekliyorsun, der. Ayrılır ayrılmaz. Bir tavşan çıkıyor Abidin Ağa’dan av isteyen vuruyor bir tane daha onu da vuruyor. Kimileri ilerliyor dağılıyorlar.

İlerleyenler bakıyor arkadaki mezarı tekmeleyen kişiye bir ihtiyar yaklaşıyor. Sesleniyorlar bir adam geliyor kim o diye, o da bakıyor, siyah pardösülü sakallı elinde sopa olan biri geliyor. Mezarı tekmeleyen, silahını ona doğru tutup; kimsin, nerden geliyorsun nere gidiyorsun. Diyor. Öteki ses etmiyor hep yaklaşıyor. Diğer arkadaşları onlara bakarken, ihtiyar; Sen beni vuramazsın diyor ve elindeki sopayı ona doğru uzatıyor, mezarı tekmeleyen yere düşüyor. Olayı gören arkadaşları koşup geliyorlar, arkadaşlarını alıp Çağşak köyünde Abidin Ağa tekkesiyle ilgilenen Kara Sabri’ye varıp durumu anlatıyorlar. Kara Sabri: Biz biliyoruz ve inanıyoruz o kişi isteyenin isteğini verir, öyle yapanında bu şekilde belasını verir, diyor. Kara Sabri yardım edip o adamı Doktora götürürler. Adam sakat kalmış Doktorlar: Biz bu adama çare bulamıyoruz, Avrupa’ya götürseniz de çare bulamazsınız, derler. Yaşlı bir adam: Bu adamın çaresi anlattığınız o adamda, o mezara gidin, af dileyin, adak adayın, derman isteyin, iyileşir. Öyle yaparlar. Adam düzelir.






[1] Anlatan: Mahmatlı Köyünden (Sungurlu) ( Hüsüğün Muharrem) Muharrem Derelier.


[2] Kazım Erezer ( Beylice Köyü/ Sungurlu) Anılar defteri sayfa: 285